Bi sazlıkta bir kurbaĝa (Yüksektan atıp yalan söyleyenler için) – 01.04.2001 

İnsanlarda yaygın olan bir hastalık var, yalan, kibir, gurur ve kendini beĝenme!…
Bu hastalık hemen hemen birçok insanda var, ama bazılarında psikolojik bir hastalık haline gelmiştir. Oturdukları her mekanda ve gittikleri her yerde bu hastalıklarını ortaya koyarlar.
Özellikle geçmişiyle övünen, hele de kimsenin kendisini önceden tanımadıĝına inandıĝı meclislerde gelde görün zavallıyı neler anlatmazki!.. „Ben memlekette aĝayken, benki valiyi, kaymakmı döven bir yiĝit, benki bir memlekete hükmeden hükümdar! Bakınki bugün Avrupa’da ne hallere düştüm” gibi palavralar atar, kendi içgüdülerini tatmin ederler!
Bu yazımda kibir ve gururun dini açıdan sakıncalarını ele alacak deĝilim, çünkü bugünkü konum bu deĝil. Belki ilerde konuyu bu yönüyle de ele alacaĝım inşallah.

Bugün bu yazımı hak etmedikleri halde kendi kendine gururlanan, kibirlenen ve kendisini şeyh, mela, aĝa, beg, siyasetmedar gören bazı insanları ele alacaĝım. Tabiki isim belirtmeyeceĝim, zaten amacım da şu veya bu kişi hakkında konuşmak ya da dedikodu yapmak deĝil. Amacım bu hususta birkaç söz söylemektir. Belki bu hastaların üzerinde az da olsa bir etki yapar da kendilerine gelirler! Ben bu tür hastalıĝa duçar olanları bir açıdan sazlıkta çalılar arasında dolaşan ve bir boĝa gören kurbaĝa misali, kendilerini fazla sıkmasınlar yoksa kurbaĝa gibi çatlayıp giderler diye uyarmak istiyorum.

Aĝalık, beylik ve şeyhlik müesseselerine düşman olduklarını hemen hemen her yerde açıklamaya çalışan ve farkında olup-olmadan kendilerini şeyh veya aĝa yerine koymaya çalışan, bir başka tabirle kendilerini rüya aleminde görenlerin dikkatini çekmek istiyorum.

Bu aĝalık ve şeyhlik müesseselerinin ne kadar faydalı veya ne kadar zararlı olduĝu da ayrı bir konu. Bu müesseseleri tasvip edip etmemek de ayrı bir konu. Bence insanlar, Kutsal Kitabımız Kur’an-i Kerim tabiriyle eşit bir şekilde yaratılmışlardır, birbirlerine olan üstünlükleri ise, sadece takva iledir.

Ancak dünya hayatı hep bu şekilde devam etmemiştir. Bazen insanlar kendilerine gönderilen Peygamberler vasıtasıyla doĝru yolu bulmuşlarsa da, yine her yönüyle eski kültürlerini terketmemişlerdir. Eski alışkanlıklarını da yanında getirerek İslam’la birleştirmeye çalışmışlar ve kendilerine yeni bir din haline getirmişlerdir. Aĝalık sistemi de bu kültürlerden bir tanesidir.

Aĝalık sistemi elbetteki iyi bir sistem deĝildir, ancak bazı faydaları da yok deĝildi. Neden mi?

Hiç olmazsa her önüne gelen kendini aĝa, beg, şeyh veya alim ilan etmezdi. Herkesin bir mevkisi vardı, herkes ne olduĝunu bilirdi. Dünyanın feodal sistemlerle idare edildiĝi zamanlarda bu böyleydi ama, şimdi bu sistem iflas etti. Aĝalık iflas etti ama şimdi de yeni sahte aĝalar, sahte beyler, sahte dindarlar, sahte şeyhler ve sahte siyasetçiler ortaya çıktı, işin kötü tarafı da burada. Hani aĝa olsa ya da babadan sülalesi aĝa olsa ve bu insan da aĝalık iddiasında bulunsa belki az da olsa haklı görülür. Ya babası rencber olanlar! Ya babası çoban olanlar, ya sülalesi toptan işçi olanlara ne demeli?

Özür dilerim sözlerim yanlış anlaşılmasın! Ben rencberliĝi, çobanlıĝı, işçiliĝi hakir görmüyorum, küçümsemiyorum. Özellikle de saygı duyuyorum. Hatta ben de bir rencber ailesinin çocuĝuyum, işçilik yaptım bundan utanmıyorum hatta gurur duyuyorum. Kendilerini yurtsever gören ve hatta Kurd hakları için mücadele eden bazı şahısların yeri geldiĝinde cemaat ve toplumlarda (düĝün, gece, sünnet, mevlid ve benzeri yerlerde) hakları olmadıkları halde kendilerini aĝa kabul ettirmeye çalışanlara sesleniyorum! „Ne iseniz o şekilde kendinizi tarif edin, yalanlara, palavralara ne lüzüm var? Hele hele ihlaslı insanları kendi yalanlarınıza şahit tutmayın, inanın ki siz bile yalanlarınıza inanmıyorsunuz! Cemaat nasıl inansın? Eĝer sizin yüzünüze birşey söylemiyorlarsa, o onların kendi ailelerinden aldıkları temiz eĝitim ve terbiye icabıdır. Yoksa kimsenin sizi insan yerine koyduĝu yok ama haberdar deĝilsiniz galiba!

Memleketimizde herkes birbirini tanıyor ve kimin ne olduĝu belli olsa da, Avrupa’da tam tersine, herşey karışık.

Kendisni aĝa ve siyasetçi ilan eden bir sürü sahte mahluklar türedi. Babası ajan, annesi, bilmem ne! Kardeşi tim, amcası korucu ve işin mühim tarafı da, kendisi Avrupa’ya gelinceye kadar devletle işbirliĝi yapan, düzenin partileri kapısında köle gibi çalışan, onlara yaranmak için köylüsünün, akrabasının oylarını satan sahte siyasetçiler!

Memlekette kanı beş para etmeyen, şahsiyetsiz insanlar burada kendilerini aĝa ve beg ilan ediyorlar. Yine bulundukları kurum ve kuruluşlarda görev icabı biraz hürmet gören insanlar, kendilerini insan saymaya başladılar. Hani derler „kûçik di bin siya erebê da dikeve zendike ku ew siya, siya dêla wi ye.“ (köpek araba altında yatarken, arabanın gölgesini kendi kuyruĝunun gölgesi sanırmış)

Bazı kurnaz insanlar da vardır ki, öyle yalan söylüyorlar, öyle atıyorlar ki inanmak için düpedüz ahmak olmak gerek. Üstelik bu yalanlarına toplum içinde başkalarını da kendilerine şahit gösterirler. Toplum içinde ailenden aldıĝın terbiye icabı onu kırmak istemezsin, yalanlamak istemezsin ama, o bir türlü anlayamıyor ve habire dayatıyor.

Bire zavallılar!… Biraz az atın da civcivler yesin derler!

Hani derler ya, adamın biri daĝda gördüĝü arslandan bahsediyormuş. Oĝlu demiş „baba cemaat içinde çok yalan söylüyorsun bazen hiç kimse inanmıyor. Bir dahaki sefere sen yalan söylerken ben öksüreceĝim sen biraz aşaĝı inersin, böylece ortayı idare ederiz.“

Baba-oĝul anlaşmışlar. Yine birgün adam cemaatte kendi hünerlerinden bahsederken:

„Efendin ben geçenlerde bir arslan gördüm, inanırmısınız kuyruĝu tam 10 metre idi.“ Çocuk öksürmüş „ehh demiş 10 yoksa da 5 metre vardı.“ demiş. Çocuk yine öksürmuş, „Eeee 5 olmazsa da 2, 5 vardı“ deyip çocuĝun her öksürüĝü ile biraz aşaĝı iniyormuş. „Eh canım 2,5 yoksa da mutlaka bir metre vardı, yok yarım metre vardı“ gibisinden…..

Ama bizim yalancı aĝa ve beyler bunu da anlayamazlar!
Sen öksürdükçe onlar deĝil aşaĝı, yukarı çıkıyorlar.
„Efendim ben memlekette aĝa idim!“ Sen öksürüyorsun, o biraz daha yukarı çıkıyor „zaten babam da aĝa idi“ Sen öksürmeye devam ettikçe, o yukarı çıkmaya devam ediyor! „Efendim benim memlekette şu kadar malım vardı, 1000 tane koyun, beşbin tane deve
, bilmem ne kadar şu veya bu!…

Peki sormazlar mı adama „mademki o kadar zengin ve maldar idin de buraya Alman sosyalamtının (fakir-fukara fonu) kapısında ne işin var?.. Attıĝın yalanlara başkalarını şahit tutarak nereye kadar varacaksın?
Bilmezmisin aĝalıĝın şartları var!
Başkaları senin karektersiz şahsiyetine boyun eĝmek veya sana hizmet etmek zorunda mıdırlar? Bunları neden anlamıyorsun?…

Bırak kendi kendini methetmeyi de, eĝer sende methedilecek birşey varsa bırak ta halkımız seni methetsin! Birgün o yalanlarınla kurbaĝa misali çatlayıp gideceksin de kimse ardından rahmet bile okumaz, hatta bazıları şu dari dünyadan bir pislik gitti de kurtulduk diye sevinmesinler! Hani derler ki;

Bi sazlıkta bir kurbaĝa
Görmüştü bir büyük boĝa

Ben de kendimi biraz sıkar
Olurum bir boĝa kadar

Kurbaĝa kendini sıktı biraz
Dediler ki bu çok çok az
Bu kadarla boĝa olunmaz

Biraz daha gayret etti
Çatlayarak öldü gitti.
 
01.04.2001 
M.Nureddin Yekta

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir