Kürd sosyalistlerine ithaf olunur!

Onyıllarca kürdleri sosyalistleştirerek türk soluyla birleştirmeye çalışan ve hala aynı fikirlerde olan kürd sosyalistlere ithafımızdır. İşte türk solunun gerçek yüzü!..
Yorumsuz!

Çok basit bir şekilde ifade etmek gerekirse Kürt varsa sorun vardır, sorunun çözümü ise PKK’nın bitirilmesi değil, Türk milletinden bağımsız bir Kürt kimliğinin bitirilmesidir.

“Kürt” varsa sorun var…
Çok basit bir şekilde ifade etmek gerekirse Kürt varsa sorun vardır, sorunun çözümü ise PKK’nın bitirilmesi değil, Türk milletinden bağımsız bir Kürt kimliğinin bitirilmesidir. Hem ayrı bir Kürt kabul etmek hem de bundan doğan sorunları çözmek, Türk devletinin kendi başına açtığı bir iştir. Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kalacaksa, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin kendisine ben Türküm demesini isteyecek, Türkçe konuşmasını isteyecektir. Bu aynı zamanda tarihsel açıdan da bir gerçekliktir. Çünkü, bugün kendisine Kürdüm diyenlerin çok büyük bölümü Kürt değil, has be has Türktür, ama zorla Kürtleştirilmişlerdir.
Başbakan PKK’yı durdurmak için Türklüğü gömüp Türkiyeliliğe geçmeyi önermektedir. Bir kısım saf aydınımızsa ısrarla Türk-Kürt kardeşliği mavalı okumaktadır. Oysa eğer iki kimlik varsa ve biz bunların gerçekten kardeşliğini istiyorsak, kardeşimize seçme hürriyeti tanımamız gerekir. Yani Türk-Kürt kardeşliği diyenler, Kürt kardeşlerine seçme hakkı tanımalıdır. O zaman Kürt kardeşiniz, teröre başvurmadan, iyi niyetle biz ayrılalım diyorsa ona ne cevap vereceksiniz! Görüldüğü gibi Türk-Kürt kardeşliği teorisi, aslında Türk’ten ayrı bir Kürt kimliği oluşturmanın teorisidir. Günümüzde PKK bölücülüğünden bile güçlü olan teori de budur.


İstanbul’da Kürt mafyası ve PKK milisleri

İstanbul, uzun yıllardır Kürt bölücülüğünün en önemli hedefi oldu. Kürt mafyası, Beyoğlu, Aksaray-Laleli, Eminönü ve Kadıköy’de piyasaya hakim konumdadır. Kürt mafyasının ekonomik hakimiyeti ile birlikte, şehrin varoşları PKK’lı milisler tarafından ele geçirilmektedir. Yandaki (yukardaki) haritada Kürt mafyasının denetlediği piyasa bölgesi yeşil bir çember içinde gösterilmektedir. Mavi noktalı semtlerde ise, sıradan vatandaş görünümünde PKK yandaşları yoğun bir şekilde yerleşmekte ve bir ayaklanmaya hazırlanmaktadır. Son bir haftadır tüm bu semtlerde Apo posterli gösteriler ve polisle çatışmalar gerçekleşmiştir.


Kürt mafyasının kıyılara egemen olma stratejisi

Kürt mafyası, Türkiye’nin denize açılan Güney bölgesinde planlı bir şekilde denetimi ele almıştır. Ele geçirilen bölgeleri bir okla birleştirdiğimizde planın kapsamını anlayabiliyoruz. Gelibolu, Gökçeada, Ayvalık üçgeninde Çanakkale Boğazı’na hakim olmaya çalışan Kürt mafyası aynı zamanda İzmir ve Antalya limanını da denetlemektedir. Bodrum gibi bölgeler eğlence sektörü açısından bir planı gösterirken, özellikle Didim’de simgeleşen toprak alımları, tehlikenin bir başka boyutunu göstermektedir




Başbakan, Apo’yu kurtarmaya çalışıyor

Başbakan Erdoğan’ın “Terör sorunundan bağımsız bir Kürt sorunu vardır” sözü, aslında tam da PKK’nın ne demek istediğinin iyi bir ifadesi. Eğer Kürt sorunu ile PKK sorununu, yani terör sorununu birbirinden ayırırsanız, meselenin nasıl ortaya çıktığı da ortadan kayboluverir.
O halde hemen soralım; PKK’dan önce nasıl bir Kürt sorunu vardı?

Bugün Türkiye’nin Kürt sorunu vardır diye tonlarca laf dökenlerin bu soruya verecekleri bir cevap yoktur, çünkü PKK’dan önce, en azından bir 50 yıl Kürt sorunu diye birşey yoktu bu ülkede. Kürt sorunu, PKK ile, yani terörle birlikte ortaya çıktı. Çünkü PKK terörü, varolduğunu iddia ettiği Kürt sorununu çözmek için başladı.
O halde Başbakan ne demek istediğinin farkında mı?

PKK teröründen bağımsız bir Kürt sorunu varsa ve siz bu sorunu PKK sorunundan ayırarak, demokratikleşme yolu ile çözeceğiz diyorsanız bunun ne anlama geldiğini de açık seçik ortaya koymalısınız.

Bu şu anlama gelir:
1- Türkiye’de Kürtlere demokrasi tanınmamıştır. Bu nedenle Kürt sorunu bir demokratikleşme sorunudur.
2- Kürtler demokrasi istemektedir.
3- PKK, Kürtler demokrasi istediği için ortaya çıkmıştır.
4- PKK terör uygulamıştır ama bunu da demokratik hakların elde edilmesi için yapmıştır.
5- O halde PKK terörünü ortadan kaldırmanın yolu açıktır: Devlet teröre engel olmak için demokratikleşecek, PKK ise demokratikleşmenin önünü açmak için terörü bırakacaktır.
6- Böylelikle Demokratik Cumhuriyet’e gidilecektir.
7- Terörden vazgeçmiş bir terör örgütüne siyaset yolu açmak, onun bir daha teröre başvurmasına engel olacak bir yöntemdir. Bu nedenle PKK’ya siyasi af çıkarılacaktır.
8- PKK terörden vazgeçip siyaset yapacağına göre, PKK’ya bağlı militan güçleri yatıştırmak için bu örgütün elebaşısı da hapisten çıkarılabilir, yani Apo affedilebilir.
9- Böylelikle Türkiye gücünü kanıtlamış olur. Terör örgütünü terörden vazgeçirmiş olur!
Başbakan’ın Türkiye’yi getireceği yer tam da burasıdır.
Başbakan, çok açık bir şekilde PKK’yı siyasallaştırmaya ve Apo’yu hapisten çıkarmaya çalışmaktadır.


Devlet silah bırak demez, teslim ol der!

Terörü engellemenin yolu eğer teröristin istediklerini yapmaksa, doğrusu Başbakan’ın yöntemi en iyi sonuç verecek yöntemdir. Tüm istediklerini yaptıran bir terör örgütü, bu noktadan sonra niye silahlı mücadele versin ki!

Dünyanın her yerinde terörle mücadele, teröristle silahlı mücadeledir. Devlet, kendisine silah çeken teröristlerle savaşırsa devlet olarak kalabilir. Yok eğer kendine silah çeken örgütle silahlı mücadele etmiyor, onu ikna etmeye çalışıyor, onunla pazarlığa oturuyorsa, orada bir devletten değil ancak bir örgütten sözedilebilir. Şu an Başbakan Türkiye’yi tam da böyle bir durumun içine sokmuştur.

Terör, elbette kendisine dayanak olacak belli toplumsal, ekonomik sorunları kullanır. Bunları kullanarak kendi terörünü meşrulaştırmaya çalışır.

Bu durum elbette PKK açısından da geçerlidir. PKK da, kendi terörü için belli bazı gerekçeler ortaya sürmektedir. Başbakan ise, bu gerekçelerin doğru olduğunu kabul etmekte, devlet geçmişte hata yaptı demektedir. O halde, PKK sizin gözünüzde bir meşruiyet, haklılık kazanmış demektir. PKK ile anlaşamadığınız tek nokta, bu haklılığın ifadesi için seçilen yoldur. Şiddetten vazgeçen PKK, her şeyin çözümüdür.

Kamuoyunda kendine aydın diyen PKK yardımcısı ve yatakçısı bir grubun PKK’ya ısrarlı ateşkes çağrılarının altında böylesi bir psikoloji oluşturma güdüsü vardır. PKK, silah bırakılmaya davet edilebilecek, yüce bir örgüt konumuna getirilmektedir.
Oysa PKK silahlı bir örgüt değil terör örgütüdür. Ona en fazla, teslim ol çağrısı yapılabilir. Silah bırak, acziyetin göstergesidir. Nitekim teröristler bu çağrılardan sonra iyice şımarmaktadır.

Tüm Türkiye’ye ve o PKK yatakçılarına da soralım o zaman: PKK silah bırakmazsa ne olur? Bundan kendileri mi zarar görür, Türk devleti mi!

Elbette PKK. PKK zaten yirmi yıldır silah kullanıyor. Silah kullanmak PKK’nın kaybedeceği savaşa devam etmesi demektir. PKK’nın kaybetmesini ve bitmesini istemeyenler, sözde silah bırakma çağrısı ile PKK’yı kurtarmaya çalışmaktadırlar.

Kimse Türkleri ve Türk devletini saf yerine koymaya kalkmasın. O halde biz de PKK’ya şöyle bir çağrı yapalım: Madem Kürtlerin demokratik haklara kavuşmasını istiyorsun, devlet demokrasinin önünde engel olarak seni görüyor, sen devlete teslim ol, devlet de demokratik hakları tanısın!

Ama PKK’nın terörist elebaşıları, silahın kendi güvenceleri olduğunu söylemektedirler. O halde siz demek ki demokrasi için değil, kendi örgütsel varlığınızı korumak için çalışıyorsunuz. Bir de devletin, Türk ordusunun operasyonları durdurmasını istiyorsunuz.
Ama bu komedi çok fazla bu haliyle devam edemez. Bunu Başbakan da anlayacaktır. PKK terörü, silahla bastırılacak, eşkıya gebertilecek ve sorun morun kalmayacaktır. Türk ordusunun da, Türk milletinin de buna misliyle gücü vardır. Görecekler…


Gerçek sorun: Türklerin Kürtleşmesi
Fakat buraya nasıl geldiğimizi sorgulamamız gerekmektedir. Türkiye bugün bir Kürt sorununu, hem de Başbakanın ağzından ortaya koyuyorsa, bir yerlerde yanlış yapıldı demektir.

Bizce de bir Kürt sorunu vardır, o da Türklerin Kürtleşmesi sorunudur. Cumhuriyet’in ilanından bugüne, bir dönem ivme kaybetse de, Türkler Kürtleştirilmektedir.
Tarihi olgular ve rakamlarla bu durumu ortaya koyalım. Cumhuriyet ilan edildikten dört yıl sonra 1927 yılında nüfus sayımı yapılır. O nüfus sayımında 11 milyonluk Türkiye’nin 1 milyonu Kürtçe konuşmaktadır. Kabaca Türkiye’nin %10’u Kürttür. Bu Kürt nüfusun, yani 1 milyonun yarısı Güneydoğu’da oturmaktadır, kalan yarısı ise tüm Türkiye’ye dağılmış durumdadır. Kürtlerin büyük çoğunluğu Güneydoğu’da yaşamaktadır ama Güneydoğu’nun bile %25’i Türktür.

1924 ile 1938 arasında 16 tne Kürt isyanı çıkar. 1930 Ağrı isyanı devleti çok uğraştırır. İsyan bastırılır ama bölgede yeni bir isyan beklenmektedir. 1932 yılından başlanarak Türk devleti bu mesele üzerine eğilir. Başbakan İsmet İnönü, 1935 yılında Doğu gezisine çıkar. Gezide tespit ettiklerini raporlaştırarak Atatürk’e sunar.

Rapor’da bölgede Kürtlerin hızla çoğaldığı, Türk bölgelerin içine girip Türkleri zorla Kürtleştirdiği, Kürt hareketinin bir istila hareketi halini aldığı, bölgede Türk dayanak noktaları yaratılarak, bölgede hızla bir Türkleştirme seçeneğinin uygulanması önerilir.

Gerçekten de 1927 yılından 1935’e gelindiğinde Güneydoğu’da 206 bin olan Türk nüfus, 228 bine çıkmış, buna karşın 543 bin olan Kürt nüfus 765 bine çıkmıştır. Bu doğum oranları arasındaki farkla açıklanamayacak bir olgudur. Kürtler Türklerin 10 katı artmıştır. Bununsa tek bir sebebi vardır, Türkçe konuşanlar dillerini yitirmekte, Kürtçe konuşmaya başlamakta ve yavaş yavaş Kürtleşmektedir. İşte devlet, Atatürk’ün başında olduğu devlet sorunu böyle ortaya koymuştur.

Bu sorunun çözüm yolu olaraksa nüfus politikası önerilmiştir. Nüfus politikasının bir yanı, Güneydoğu’daki ağa ve şeyhlerin, Batıya iskanı ile bölgede yoğunluğun dağıtılmasıdır, diğer yanı ise özellikle mübadele ile gelen Türklerin bölgeye yerleştirilmesidir.

Bu amaçla iskan kanunu çıkar. Belli ölçülerde sonuç alınır. Nitekim 1965 yılına gelindiğinde toplam nüfus içinde Kürtçe konuşanların oranı %6’ya kadar gerilemiştir.

Fakat 1960’lı yıllarda hızlı sanayileşme ve kentleşme ile birlikte işler yeniden tersine dönmeye başlar. Kürtçülük bir akım olarak ortaya çıkar. Büyük şehirlere ve Batı’ya akan Kürtler hemen hemen tüm bölgelerde Türklerin içinde erimek ve kaynaşmak yerine, Türklerin içinde ayrı adacıklar oluşturmaya, zamanla Türkleri tehdit etmeye ve etkisiz hale getirmeye başlarlar. Vanlılar, Diyarbakırlılır, Muşlular vs. hemşehri dayanışması gibi başlayan örgütlenme, Kürt istilacılığının başlangıcını oluşturur. Bugün tüm Batı kentlerinde, Türk’ün kafasında bir kılıç gibi sallanan Kürt tehdidi işte budur.

Tehdidin çok daha önemli bir boyutu ise kültüreldir. Kürtler, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da Türk köylerini kuşatır ve Kürtleştirir. Zayıf Türk köyü dirençsizdir. Bunu bilen Kürtler, zor yoluyla Türk köylerini istila ederler. Devlet ise buna ancak seyirci kalır.
Şehre gelen Kürt önce şehir hayatının çok dışındadır. O varoştaki zavallıdır. Türkler, memur ve işçi iken onlar ancak seyyar satıcıdır. Fakat şehirde kalma hakkı bulan Kürt derhal dayanışma grubunu oluşturur. Aynı şehirliler birbirine sırt çıkar. Böylece kentler, Kürt kabadayıların eline geçer.

İş kabadayılıkla bitmez. Bu kaba güce dayanarak, ticaret sektörüne el atarlar. Türk, işçi ve memur olarak ancak sabit gelire talim ederken Kürt, inşaattan giyime, yemekten finansa tüm ekonomik alanlarda hızla sermaye birikimi yaratır. Böylece şehir Kürtleşmeye başlar.
Kürt istilasında bir üçüncü yol ise Aleviler üzerinden etkileşimdir. Güneydoğu’nun Batıya açılan, Malatya, Erzincan, Sivas, Tokat, Maraş gibi Alevi yoğunluklu şehirlerde Kürtler Aleviler üzerinde hızla tesir ederler. Böylece geçiş bölgesinde de Kürtleşme yaşanır.
Bugün Türkiye’nin hem köyleri, hem şehirleri, hem de geçiş bölgeleri Kürtleştirilmiştir. Böyle bir noktada ortada bir Kürt sorunu, hele hele demokratikleşme sorunu olmadığı açıktır. Sorun, Türk nüfusun baskı altına alınması ve eritilmesidir. O halde çözüm, Türk’ün Türklüğünü koruması olmalıdır.


Türkoğlu Türklüğünü koru
Bugün PKK terorü ile mücadelede en önemli nokta budur. PKK, Kürtleşmeden güç almaktadır. Türkler Türklüğünü korursa PKK zayıf düşecektir. Bu ise askeri değil toplumsal bir çözümü gerektirir. Türk, kendi sorununu kendisi çözecektir.

Bunun için ilk başta yapılması gerekenlerse şunlardır.
1- Her Türk, alışverişini mutlaka Türkten yapmalıdır. Kürde aktarılan para PKK’ya maddi destek demektir. Türk, bu maddi desteği kesmezse, hem Türklerin mali gücü olmayacaktır, hem de Kürdün altında ezilecektir

2- Her Türk, Türkçe konuşmalıdır. Bunu da İstanbul şivesi ile konuşmalıdır. Dil varsa millet vardır. Ancak şehri istila eden Kürtler kendi dillerini hakim kılmaktadır. Bunlarla temas içinde Türkler de şivelerini bozmakta, Türkçe konuşsa bile adeta Kürt şivesiyle Türkçe konuşmaktadır.

TV’lerdeki Kürt dizilerinin, Kürt müziğinin, her adım başı Kürtçe müzik çalan barların, kasetçilerin, minibüslerin ortasına düşen Türk ister istemez lisanını yitirmektedir.
Buna direnmek için:
Türk, Kürt dizisi izlemez.
Kürtçe müzik dinlemez.
Kürtçe müzik çalan barlara gitmez.
Kürtçe konuşulan minibüse binmez.
Kürtçe kaset satan dükkandan alışveriş yapmaz.
3- Türk, ancak modern şehir hayatında kendini ifade edebilir. Türk medeniyeti, köyden gelen etkilere kapatılmalıdır. Köy, her halükarda Kürtçülüğün yaşam alanıdır.
Yıllarca İstanbul’da Sivaslı, Erzincanlı, Malatyalı, Tokatlı Alevi kitlenin yarattığı köy ortamı, Kürtçülüğü güçlendirmiştir. Türk’ü saza mahkum eden köylü kafası, bugün şehirleri Kürt kültürüne teslim etmiştir.

4- Türkler, yemeklerine sahip çıkmalıdır. Türk’ün damak tadı, Kürt yemekleri ile yer değiştirmektedir. Türk’ü kebaba, lahmacuna mahkum eden anlayışla mücadele edilmelidir. Yemek, kültür savaşının bir parçasıdır. Mc Donaldslar ne kadar tehlikeli ise Kürt mutfağı da o kadar tehlikelidir.
Başka kültürlerin yemeklerini yiyen kültürler asimile olur. O nedenle Türk, Türk mutfağına sahip çıkmalı, başka şeyler yememelidir.

5- Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenokan’dan çıkartacak bir kurtarıcıdır.

Not: 30 Ağustos Zafer Bayaramı dolayısıyla asılan afişlerde şu ifade vardı: Türk ordusunun kışlası milletinin yüreğidir!
Çok doğru, Türk ordusu o zaman kışlana dön!

Cumhuriyet’ten bugüne Kürtler’in bir istila hareketi şeklinde gelişen nüfus hareketi yukarıda sağdaki haritada görülüyor. Kırmızı renkli bölgeler, Kürtlerin yoğunlukta olduğu bölgelerle göçtüğü ve nüfus yapısını kendi lehlerine değiştirdiği bölgeler. Bu haritayı emperyalistlerin Sevr haritası ile karşılaştırdığımızda aynı bölgelerin 80 yıl öncesinde de emperyalistler tarafından paylaşılan ve Türkiye’den kopartılan bölgeler olduğunu görürüz. Kısacası emperyalistler Sevr hayallerini Kürtlere gerçekleştirtmektedirler. Fakat görülen o ki Sevr’i yırtan Ankara merkezli Milli Mücadele’den ders alan emperyalistler bu defa Ankara’yı da es geçmemişler ve Kürtleri yoğun bir şekilde Ankara’ya göç ettiriyorlar. Kürt göçünün masum bir ekonomik ihtiyaçtan kaynaklandığını düşünen gözlerin iki haritayı bir kez daha incelemelerini tavsiye ederiz.

Kürt istilasının çok uzun dönemli bilinçli bir politika olduğunu Cmhuriyet’ten bugüne izlemekteyiz.
Solda birinci harita 1927 ve 1935 nüfus sayımı baz alınarak hazırlanmıştır. Kırmızı işaretli bölgeler Kürtlerin yoğunlukta olduğu bölgelerdir. Bu bölgelerde 1927 yılında toplam 877 bin kişi yaşamaktadır. Bunların 206 bini Türkçe, 543 bini Kürtçe konuşmaktadır. Yani Türkçe konuşanlar nüfusun %23’ünü, Kürtçe konuşanlar %77’sini oluşturmaktadır.
1935 yılı nüfus sayımında ise bölge nüfusu 993 bine çıkmıştır. Bunun 228 bini Türkçe konuşanlar, 765 bini Kürtçe konuşanlardır.
Yani 8 yılda Türkler 22 bin kişi çoğalırken Kürtler 222 bin kişi artmıştır. Kürtler Türklerin on katı çoğalmıştır. Bunun doğum oranının yüksekliği ile açıklanamayacağı açıktır.
Nitekim Atatürk iktidarı bu durumu Kürtlerin Türk bölgelerini istila etmesi ve Kürtleştirmesi olarak değerlendirir. Bu durum üzerine Başbakan İsmet İnönü Doğu gezisine çıkar ve bir rapor hazırlayarak Atatürk’e sunar.
İsmet İnönü’ye göre bölgede en sağlam Türk kalesi Bitlis’tir. Aynı şekilde Van da Türk hakimiyetindedir. Bu bölgenin sağlam tutulması gerekmektedir. Diyarbakır ve Urfa da Türklerin dayanağı olacak bölgedir.
Kürt nüfus üç merkezli bir istila hareketi gerçekleştirmektedir. 1- Bugünkü Mardin, Hakkari, Diyarbakır üçgeninden yayılan Kürtleştirme hareketi. Bu hareket özellikle Diyarbakır, Urfa ve Bitlis’i hedef almaktadır. 2- Ağrı merkezli Kars, Iğdır, Ağrı ve Muş’ta Kürtler Ermenilerden boşalan verimli toprakları istila etmiştir. 3- Tunceli merkezinden Erzincan, Elazığ ve Bingöl’e doğru istila hareketi.
Tüm bunların önlenmesi için Atatürk iktidarı,
1- Kürtlerin başka bölgelere iskanını 2- Bölgede ağalığın tasfiyesini 3- Bölgenin Türk yerleşimcilerle doldurulmasını politika olarak belirler.
Yanda bu politikanın sonuçlarını oransal olarak
görüyorsunuz.

http://www.turksolu.org/89/basyazi89.htm
2005-09-17

M.Nureddin Yekta

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir