Abdullah b. Mesûd (?- 32/652-653)
İlk müslümanlardan, muhaddis,* fakîh ve müfessir* sahâbî.
Adı Abdullah, künyesi Abdurrahman'dır. Babası Mes'ud, annesinin adı Ümm-i
Abd'dir. Babası hakkında fazla bir bilgi yoktur. Onun, Zühreoğullarından Abd
b. Hâris'in müttefiki olduğu bilinmektedir.
Abdullah, Mekke'nin fakîh âilelerinden birine mensuptu. Gençliğinde Ukbe b.
Ebi Muayt'ın koyunlarını güderek çobanlık yapmıştır. Abdullah b. Mes'ud Hz.
Peygamber ile ilk tanışması ve karşılaşmasını şöyle anlatır: Ben Ukbe b. Ebi
Muayt'ın koyunlarını güdüyordum. Bir gün Rasûlullah (s.a.s.) ve Hz. Ebu
Bekir (r.a.) yanımdan geçiyorlardı. Rasûlullah bana sütümün olup olmadığını
sordu. Ben de ona çoban olduğumu ve bu koyunların emânet olduklarını
söyledim. Bunun üzerine Rasûlullah: "Yavrulamamış ve süt vermeyen bir
koyunun var mı? Bana gösterir misin?" dedi. Ben de koç yüzü görmemiş bir
koyun yanaştırdım. Rasûlullah koyunun memesini tutup sağmaya başladı.
Gerçekten yavrulamamış ve sütü olmayan bu koyundan süt sağıp Ebu Bekir'e
verdi. Hz. Ebu Bekir içti; sonra kabı Rasûlullah alıp o da içtikten sonra
koyunu saldı. " (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 150-151)
İşte İbn Mes'ud o günden sonra Hz. Peygamberin yanından ayrılmadı.
İslâm'ı kabul edenlerin altıncısıdır. O müslüman olduğu zaman Peygamberimiz
(s.a.s.) henüz Erkam'ın evine taşınmamıştı.
İslâm'ı kabul ettikten sonra hep Kur'ân-ı Kerim ezberlemiştir. Kendi
ifâdesiyle hıfzettiği yetmiş sûreyi Hz. Peygamber (s.a.s.)'in huzurunda
okumuştur. Sahâbeler arasında hiç kimse bu konuda kendisiyle rekabete
girişememiş, daha sonra Abdullah Kur'an'ın tamamını ezberlemiştir.
İbn Mes'ud, müslüman olduğu sıralarda müslümanlar Hz. Peygamber ile açıktan
açığa ibâdet edemiyor, istedikleri yerde yüksek sesle Kur'an
okuyamıyorlardı. Müslümanların böyle bir hareketi, müşriklerin bütün câhilî
duygularını kabartır, onları müslümanlara karşı şiddetli ve canice
saldırılarda bulunmaya sürüklerdi. Bunun içindir ki müslümanlar, bu gibi
tehlikelerden sakınmak isterler, müşrikleri aleyhlerinde harekete teşvik ve
tahrik edecek hareketlerden kaçınırlardı. İşte bu zor günlerde Abdullah İbn
Mes'ud, Kâbe'de Kur'ân okumak istemişti. Hz. Peygamber ve Ashâbı bunun
tehlikeli bir hareket olduğunu, özellikle Mekke'de kendisini himaye edecek
büyük bir âilenin bulunmadığını, müşriklerin ona karşı pervasızca hareket
ederek kendisini işkenceye uğratacaklarını söylemişler, fakat İbn Mes'ud'un
iman coşkunluğu bütün bunları geçmiş: "Beni, onların şerrinden Allah korur!"
diyerek kalkmış ve Kâbe'ye gitmişti.
Bu sırada Kureyş müşriklerinin büyükleri toplanmış, Harem'de bir meseleyi
görüşüyorlardı. Onlar konuşurlarken, yüksek ve güzel bir ses besmele çekmiş
ve Kur'ân-ı Kerîm'den Rahman sûresini okumaya başlamıştı. Herkes hayret
etmiş ve bu cesur adamın kim olduğunu öğrenmek üzere ona yöneldiklerinde İbn
Mes'ud olduğunu görmüşlerdi. Kureyş'liler kızmış, bu hareketi en şiddetli
cezalarla karşılamak istemişlerdi. İbn Mes'ud'u kızgın kumlara yatırıp
İslâm'ı terketmeye davet ettiler. Fakat İbn Mes'ud, bu ezalara zerre kadar
önem vermedi. Müşrikler de işkencelerinin bir fayda vermeyeceğini anlayarak
onu bıraktılar .
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) Kureyşliler'in bu haince hareketleri yüzünden
hastalandı ama içinde yanan iman ateşi zerre kadar sönmemiş, mâneviyatı asla
sarsılmamıştı. İbn Mes'ud, ilk fırsatta aynı hareketi tekrarlamış; yine
Kureyşliler'in toplandıkları yerlerde Allah kelâmını en yüksek sesle okuyup
Hz. Peygamber'den sonra ilk kez Kâbe'de Kur'ân okuyarak müşriklere İslâm
mesajını tebliğ etmişti. (İbnü 'I-Esîr, Üsdü '1-Gâbe, I I I, 256-257).
Abdullah ibn. Mes'ud'un bu imanı ve cesareti müşriklerin ona büyük düşman
kesilmesine neden olmuştu. Kureyş'in bu tutumu karşısında İbn Mes'ud (r.a.)
Mekke'yi terketmeye ve hicrete mecbur kaldı ve Habeşistan'a gitmek üzere
çöllere düştü. Daha sonra Habeşistan'dan Medine'ye hicret ederek Muaz b.
Cebel'e misâfir oldu.
Rasûlullah Medine'ye gelince, ona bir yer göstererek Medine'de yerleşmesini
sağlamıştı.
İbn Mes'ud, bütün büyük savaşlara katılmış ve hepsinde de önemli
fedâkârlıklar göstermiştir. Bedir savaşında, Ensâr'dan iki genç, İbn
Mes'ud'a gelerek, kendilerine Ebu Cehil'i göstermesini istemiş, sonra da
küfür ordusunun başını temizlemişlerdi.
İbn Mes'ud (r.a.) Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber gazveleriyle Mekke'nin
fethinde Rasûlullah ile birlikte bulundu. Huneyn gazvesindeki bozgun
esnasında Rasûlullah'ın yanından hiç ayrılmadı. Rasûlullah onun bu
fedâkârlığını takdir buyurmuştu. Abdullah İbn Mes'ud, her gazada, Allah
yolunda şehîd olmak gayreti ile savaşan sahâbîlerdendi. Ondaki iman kuvveti,
onu daima ileriye atıyor, ancak müslümanların zaferi ve müşriklerin
yenilgisi gerçekleştikten sonra rahat ediyordu. Hz. Peygamber'in vefatından
sonra kısa bir müddet, inzivaya çekildi. Fakat Ömer devrinde yeni fetihlere
başlandığı zaman heyecanı yeniden uyanan İbn Mes'ud, cihad için Suriye
cephesine gitti.
Hz. Ömer, hicrî yirminci yılda İbn Mes'ud'u, Kûfe kadılığına tayin etti.
Kadılık görevinin yanı sıra Beytülmâl*'in muhafazası ile ilgilenecek, öte
yandan halkın dinî eğitimine de önem verecekti. Hz. Ömer bununla ilgili
olarak Kûfe halkına gönderdiği mektupta şöyle diyordu:
"Size Ammâr b. Yâsir'i Emir, İbn Mes'ud'u da öğretici olarak gönderiyorum.
Beytü'l-mâl'ınıza da İbn Mes'ud'u tayin ettim. Bunların her ikisi de Bedir
ehlindendirler. Onları dinleyin ve onlara itaat ediniz. İbn Mes'ud'u yanımda
alıkoymak istiyordum ama sizi kendime tercih ettim."
İbn Mes'ud (r.a.), üzerine aldığı bu görevi son derece liyakat ve ehliyet
ile yerine getirdi. Kûfe, mahsullerinin çokluk ve çeşitliliği, gelirinin
genişliğiyle tanınmış bir merkezdi. Onun için buranın 'beytü'l-mâl'i
önemliydi . Çünkü burası, binlerce Mücahidin tahsisâtını karşılıyordu.
Horasan, Türkistan ve bunlara benzer diğer yerlerde, cihada katılan
müslümanlar en uzak cephelerde çarpışan ordular, buradan teçhiz ediliyordu.
Bu durum, İbn Mes'ud tarafından yürütülen vazifenin ne kadar zor olduğunu
göstermeye yeterlidir. İbn Mes'ud'un bu kadar mühim bir işi üstlenmesi onun
ne kadar hünerli biri olduğunu gösterir.
Abdullah İbn Mes'ud, aynı zamanda son derece zâhid ve müttakî idi. Dünyevî
hiçbir zevk onu çekememişti. Bundan dolayı onun emin eline verilen bütün
vazifeleri en yüksek doğrulukla yerine getirir; beytü'l-mâl'in her şeyini
korur ve her şeyi ancak yerine, ehil ve hakkı olana verirdi. Bu hususta o
kadar itina ederdi ki: Bir defasında Sa'd b. Ebi Vakkas ile arasında bir
ihtilaf oldu. Sa'd, beytü'lmâl'den bir miktar borç para almış, ödeme zamanı
geldiğinde borcunu ödemediğini görünce, ona ağır sözler söylemiş ve kalbini
kırmıştı.
İbn Mes'ud altmış yaşındayken hastalandı. Bir gece rüyasında Rasûlullah'ı
gördü. Hz. Peygamber onu davet ediyordu.
İbn Mes'ud'un vefatı yaklaştığı zaman Hz. Zübeyr ile oğlu Abdullah yanına
gelmişlerdi. Hicrî otuzikinci yılda vefat etti. Onu Hz. Zübeyr ve oğlu
teçhiz ve tekfin ettiler. Sahih rivâyetlere göre cenaze namazını bizzat Hz.
Osman kıldırdı. Hz. Osman b. Mazun ise onu kabrine indirdi.
İbn Mes'ud, İslâm'a girdiği günlerden beri ilimle uğraşmakla kendini
göstermişti. Rasûlullah ondaki bu ilgi ve şevki sezerek: "Sen, muallim
olacak bir gençsin" buyurmuşlardı. Gerçekten İbn Mes'ud her ânını ilim
tahsili ile geçirmiş, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in deniz gibi ilminden
yararlanmak için fırsatı ganimet bilmişti.
İbn Mes'ud, Rasûlullah'ın en özel, en mahrem dostlarından ve adamlarındandı.
O, Rasûlullah'a hizmetle övünürdü. Bazen Rasûlullah'ın misvakını taşır,
takdim ederdi. Bazen âsasını getirirdi. Buna benzer birçok özel hizmetlerini
yapardı. Ayrıca o, Rasûlullah'ın sırdaşlarındandı. Rasûlullah'ın o kadar
yakınlarındandı ki, meclisine izinsiz girer, onunla konuşur, emirlerini
dinler ve bütün arzularını yerine getirirdi. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 153).
İbn Mes'ud, ilâhî vahyi, bizzat onu alan ve telâffuz eden Hz. Peygamber' den
öğrenmiştir. Bunun içindir ki o, Kur'an'ı en iyi bilen, en mükemmel
ezberleyen zatlardandı. Herkes onun bu husustaki bilgisini ve kabiliyetini
takdir ederdi; ashâb'ın hepsi, onun Kur'ân'a olan vukûfiyetini ve bundaki
üstünlüğünü kabul ederlerdi. (Buhâri, Fadâilu Ashâbi'n-Nebi, 37).
Ebu Ahves der ki: "Bir gün Ebu Musa'l-Eş'âri'nin evinde bulunuyorduk. Orada
ibn Mes'ud'un arkadaşlarından bazı zatlar vardı. Mushaf'a bakıyorlardı.
Abdullah kalkarak, İbn Mes'ud hakkında şunları söyledi: "Rasûlullah'ın ilâhî
vahyi İbn Mes'ud'dan daha iyi tanıyan birini bırakmadığı kanaatindeyim." Ebu
Musa bu sözleri dinledikten sonra: "Biz bulunmadığımız zaman o, Rasûlullah'ı
görür, biz kabul olunmadığımızda o, huzura kabul olunurdu" dedi.
Amr b. As'ın oğlu Abdullah'ın meclisine devam eden Mesruk der ki: Abdullah
b. Amr'a gider, konuşurduk. Bir gün Abdullah İbn Mes'ud'dan söz açıldı.
Abdullah dedi ki: 'Öyle bir adamdan bahsediyorsunuz ki, onu çok seviyorum,
seveceğim de. Çünkü Rasûlullah onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Kur'an'ı
dört kişiden öğreniniz: ibn Mes'ud'dan, Muaz b. Cebel, Übey b. Kaab ve Ebu
Huzeyfe'nin mevlâ'sı Sâlim'den." Rasûlullah bu açıklamasına İbn Mes'ud ile
başlamıştı . " (Buhârî, Fezâilü'l Kur'ân, 8)
İbn Mes'ud, Kur'an'ın yayılmasına, onu, Rasûlullah'dan aldığı şekilde
öğretmeye çalışırdı. Öte yandan tefsir ilminde de mühim hizmetleri olmuştu.
İbn Mes'ud der ki: "Habeşistan'a hicret etmeden önce, Mekke'de bulunduğumuz
sırada, Rasûlullah'a, namaz kılarlarken selâm verirdik, o da selâmımızı
alırdı. Habeşistan'dan dönüşümüzde yine aynı şekilde namaz kılarlarken selâm
verdik, selâmımızı almadı. Namazını bitirdikten sonra Rasûlullah'a sebebini
sordum: "Cenâbı Hak, namazda konuşmayı yasakladı", buyurdular. (İbn Hanbel,
Müsned, 1, 377).
Yine İbn Mes'ud anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.s.)'e şöyle soruldu: "En büyük
günah şunlardan hangisidir? Allah'a ortak koşmak, kendi çocuğunu öldürmek,
komşunun karısı ile zina etmek. " O zaman Rasûlullah'a şu âyet-i kerime
indi: "Onlar ki Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etmezler, Allah'ın
haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina yapmazlar. Her kim de
bunları yaparsa kıyâmet günü ağır cezaya çarptırılır. " (el-Furkan, 25/67).
İbn Mes'ud kendi re'yi ile Kur'ân'ı tefsir etme hususunda son derece
ihtiyatla hareket ederdi. Kendisi bunu izah ederek der ki: "Mescitteydim.
Orada Kur'ân'ı kendi re'yiyle tefsir eden bir adamı gördüm ve hemen oradan
ayrıldım. Bu adam: "Göğün açık bir duman ile geleceği günü bekle, o
insanları sarar, bu, acıklı bir azaptır." (ed-Duhan, 44/10), âyetini tefsir
ederken, kıyâmet gününde herkesin nefesini tıkayacak ve onları nezleye
uğratacak bir dumandan söz ediyordu. Hâlbuki bir insanın bilmediği bir şey
için Allah bilir, demesi, onun ilmine delâlet eder. Bu âyet-i kerime ise
Kureyş'in Rasûlullah'a karşı son derece şiddetli davrandıkları zamanlarda
inmişti.
İbn Mes'ud, Kur'an-ı Kerim'i bizzat Rasûlullah'dan öğrenenlerdendi. Onun
için kıraatinde başka bir mükemmellik vardı. Rasûlullah onun kıraatinden
bahseder ve onu överdi. Bir gün Mescidte İbn Mes'ud, güzel sesle Nisâ
sûresini okuyordu. Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ebu Bekir ve Ömer ile birlikte
mescide gelmiş ve onu zevkle dinledikten sonra şöyle demişlerdi: "İbn
Mes'ud! ne dilersen dile nâil olursun!"
Ebu Bekir'den sonra Hz. Ömer gelmiş ve Rasûlullah'dan duyduklarını İbn
Mes'ud'a müjdelemek istemişti. İbn Mes'ud ona: "Ebu Bekir seni geçti"
demişti. Hz. Ömer de: "Allah Ebu Bekir'den razı olsun, onun daha önce sana
geldiğinden haberim yoktu" demişti (İbn Hanbel, Müsned, 1, 454)
Gerçekten İbn Mes'ud'un kıraati son derece güzeldi. Rasûlullah, Kur'an'ı ona
talim ettikten sonra, sesinden dinlemek isterdi. İbn Mes'ud, bir gün
Rasûlullah'a: "Biz Kur'an'ı sizden okuduk, sizden öğrenmedik mi?" demiş,
Rasûlullah da şöyle buyurmuştu: "Evet ama ben Kur'an'ı başkalarından
dinlemek isterim."
İbn Mes'ud diyor ki: "Bir gün Rasûlullah'ın huzurunda Nisâ sûresinden bir
bölüm okuyordum. "Her ümmetten bir şâhid getirdiğimiz, seni de onların
üzerine şâhid getirdiğimiz vakit, bakalım onların hali nice olacak?"
(en-Nisâ, 4/41). Âyeti kerimesine geldiğim zaman, Rasûlullah'ın gözleri
yaşarmıştı ."
İbn Mes'ud, Rasûlullah'a yakınlığı dolayısıyla son derece geniş bilgiye
sahipti. "Onun, o devre ait bilmediği yoktu" dersek mübalâğa etmiş olmayız.
Bununla beraber o, asr-ı saâdet'e ait rivâyetlerde son derece ihtiyatlı
davranırdı. Amr b. Meymun şöyle der: "Abdullah ile tam bir yıl kaldım. Bu
müddet içinde onun 'Rasûlullah buyurdu' dediğini duymadım. Şâyet böyle bir
söze başlarsa bütün vücudu ürperir ve alnından terler akardı." (İbn Sa'd,
Tabakat, 111, 156).
İbn Mes'ud'un talebelerine olan en büyük nasihati ve vasiyeti; Rasûlullah'ın
hadislerini rivâyet ederken son derece dikkatli olmalarıydı. O, talebelerine
derdi ki: "Rasûlullah'dan bir söz naklettiniz mi, o sözün nübüvvet ve
risâlet şanına en lâyık, ümmetinin hidâyetine en faydalı ve takvâya en uygun
olanını gözetiniz." (İbn Hanbel, Müsned, I, 385).
İbn Mes'ud'un, çok ihtiyatlı davranmasına ve talebelerine de hadis rivâyeti
konusunda sıkı sıkı tembihlerde bulunmasına rağmen, ondan çok hadis rivâyet
edilmiştir. Üstelik o, çok rivâyetiyle tanınan Muksirun* sahâbîlerden
biridir. Buna rağmen İbn Mes'ud, mutlak hadis rivâyet etmez, onun
rivâyetleri çoğunlukla Rasûlullah'dan öğrendiği farzları açıklayan ve dini
emirlerin kolayca anlaşılmasına yardımcı olan talimatlardır. Sahih hadis
kitapları ve müsnedlerde ondan rivâyet edilen hadislerin toplamı
sekizyüzkırksekizdir. Bunların altmışdördünü Buhârî ve Müslim müştereken
rivâyet ederler. Ayrıca yirmibirini Buhârî, otuzsekizini Müslim
nakletmiştir. Böylece Buhârî, İbn Mes'ud'dan toplam seksen beş, Müslim,
toplam doksandokuz hadis rivâyet etmişlerdir.
İbn Mes'ud, fıkıh ilminin kurucularından olan fakîh sahâbilerden biridir. O,
özellikle Hanefi fıkhının temel taşıdır. Önce de belirttiğimiz gibi, o,
bütün Kûfe eyaletinin kadısıydı. Onun içindir ki İbn Mes'ud, halka, fıkıh
meselelerini ve içtihadlarını öğretir, bütün mürâacatlarını cevaplar ve
problemlerini hâllederdi. Irak kıtasının bütün âlimleri, İbn Mes'ud'u rehber
tanırlardı. Çünkü fıkıhta en çok istifâde ettikleri zat oydu. Hz. İbn
Mes'ud'un başlıca talebelerinden olan Alkame b. Kays ile Esved b. Yezid,
özellikle fıkıh ilmindeki derinlikleriyle şöhret kazanmışlardı. Bunlardan
sonra İbrahim enNahàî, Kûfe fikhına genişlik vermiş ve Irak fakîhi ünvanını
almıştı. İbrahim en-Nahâî'nin bütün dayanağı İbn Mes'ud'un içtihadlarıydı.
İbn Mes'ud'un bu ilim hazinesi, en-Nahâî'den, Hammâd b. Süleyman'a intikâl
etmiş, ondanda İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'ye geçmişti. İmâm-ı A'zam bunları
genişletmiş, ilim ve ictihadıyla yaymıştı. Böylece İslâm âleminin önemli bir
bölümü, bunların ilminden yararlanmıştır.
Abdullah İbn Mes'ud, kıyas ile muasırlarının birçok problemlerini çözmüş, bu
kaidenin yerleşmesinde son derece büyük hizmetlerde bulunmuş ve böylece
usul-u fıkıh ilminin ortaya çıkmasına, istinbat melekesinin kuvvetlenmesine
büyük katkılarda bulunmuştur.
İbn Mes'ud, bu suretle kıyas'ın en önemli esaslarını tesbit etmiştir.
İbn Mes'ud'un bu önemli fıkhî görüş ve içtihadları Mısırlı âlim Muhammed
Ravvâs Kal'aci tarafından "Mevsû'atu Fıkhî Abdullah İbn Mes'ud " (Abdullah
ibn Mes'ud'un Fıkhî Ansiklopedisi, Kahire 1984) adıyla toplanmış ve ilim
hayatına kazandırılmıştır.
Hz. İbn Mes'ud'un muasırları ondan birçok meselelerde faydalanmışlardır.
İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî; "Ashâb içinde fıkıh meselelerinde
derinlik sahibi olanlar Hz. Ali, Ubey b. Ka'b, Ebu Musa el-Eş'ari, Hz. Ömer,
Zeyd b. Sabit ve Abdullah İbn Mes'ud'tur" der. İmam Sa'bi: "Hz. Ömer, Zeyd
b. Sabit ve Abdullah ibn Mes'ud'un bütün ümmetin ufkunu açan fıkhî
meseleleri çözdüklerini ifâde eder. Zamanımın bütün âlimleri Abdullah İbn
Mes'ud'u büyük fakih bilirlerdi. Hz. Ömer onu gördükçe güler: "Bu, ilimle
dolu bir zattır." derdi.
İbn Abbas da, İbn Mes'ud hakkında şöyle der: "Kur'ân'ın en büyük
tercümanıdır."
İbn Mes'ud'un ileri gelen talebelerinden biri Alkame b. Kays idi. Alkame,
dimağının tazeliği, malûmatının genişliği ile seçkindi. İbn Mes'ud, onun
kendisinden daha çok malûmatlı olduğunu söylerdi:
İbn Mes'ud, Kûfe'de bütün talebelerine Kur'ân'ı Kerim, hadîs ve fıkıh
okuturdu. Dersine devam edenler büyük bir halka oluştururlardı. Ondan ders
okuyanlar arasında büyük şöhret kazananlar da vardı. Alkame, Meşruk, Esved,
Abîde, Kâdı Şüreyh, Ebu Vâil bunlar arasındadırlar. Her biri büyük bir âlim
olan bunlar arasında özellikle Alkame, daima İbn Mes'ud'u hatırlatan bir
simâ olmuştu. İbn Mes'ud yola çıktığı zaman talebelerinin çoğu onunla
beraber hareket ederler ve ona yoldaş olurlardı.
Bir gün Habbâb b. Eret, İbn Mes'ud'un son derece geniş olan ders halkasına
gelmiş, oraya devam eden gençlerin çokluğundan memnun olmuş ve İbn Mes'ud'a
en liyakatli talebesini sormuştu. İbn Mes'ud da Alkame'yi göstermişti. Hz.
Habbab, Alkame ile görüşmüş ve onun malûmatının genişliğinden çok derin bir
zevk duymuştu.
İbn Mes'ud'un talebeleri, kendisini derin bir iştiyakla dinlerler ve
derslerini aşk ve şevkle alırlardı. Başlıca talebelerinden olan Şakik der
ki: "Mescitte İbn Mes'ud'u bekler, onun derse çıkması için yolunu
gözetlerdik. Bir gün biz böyle bekleşirken Yezid b. Muaviye en-Nehai gelmiş
ve bize: 'Dilerseniz evine gidip bakayım, evdeyse alıp getirmeye çalışayım'
demiş ve gitmişti. İbn Mes'ud gelmiş, bize: 'Ben sizi bıktırmamak için
gelmedim. Rasûlullah bize vaazlarını fasıla ile verirdi. Çünkü bıkkınlığa
uğramamızı istemezdi.' demişti."
İbn Mes'ud, sünnet-i seniyye'ye uygun bir ahlâk sahibiydi. O, ahlâk ve
yaşayış tarzını bizzat Rasûlullah'dan öğrenmişti. Çünkü o, Rasûlullah'ın en
yakın dostlarındandı. Her zaman Rasûlullah'ın yanına girer, hizmetlerini
görür, ayakkabılarını çevirir, önünde yürür, yıkanacağı zaman perde tutar
önünde siper olurdu. Rasûlullah ona, kayıtsız şartsız bir müsaade vermişti.
İbn Mes'ud'a: "Her zaman yanıma girebilirsin, ancak benim mani olacağım
zamanlar hariç" derdi. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 153-154). Bunun içindir ki
onun, Rasûlullah'ı yegâne uyulacak insan bilmesi, onun her hâliyle
hâllenmesi kadar tabii bir şey olamaz. İbn Mes'ud, Kûfe'den ayrıldığı hâlde
ünü orada uzun zaman yaşamış; herkes onun ilim ve irfanının yanı sıra
takvasını, iffetini, güzel huyluluğunu, kalbinin rikkatini ve övgüye değer
ahlâkını anmaya devam etmişti. Hz. Ali, Kûfe'ye gittiği zaman İbn Mes'ud'un
övgüye değer vasıflarla anıldığını duyduktan sonra onun Kur'ân'ı Kerim'e
vukûfunu, helâli helâl, haramı haram tanıdığını, dinde fakih ve sünnette
âlim olduğunu ilâve etmişti.
Abdullah İbn Mes'ud, Ebu Umeyr adında bir dostunu ziyaret etmek üzere
çıkmış, fakat evinde bulamayarak âilesine selâm göndermiş ve kendisine bir
miktar su verilmesini rica etmişti. Evin hanımı, hizmetçisini komşuya
göndererek su istetmişti. Hizmetçi geciktiği için hanım ona lânet okumuştu.
İbn Mes'ud hanımın hizmetçiye lânet okuduğunu duymuş ve evden çıkmıştı.
Çıkarken dostu Ebu Umeyr ile karşılaşmıştı. Ebu Umeyr "Ya Ebu Abdurrahman!
Sen kendisinden kadınların kıskanılacağı bir adam değilsin, niçin kardeşinin
hanımına selâm vererek içerde oturmadın ve su içmedin?" demişti. İbn
Mes'ud'un cevabı: "Öyle yaptım fakat zevceniz ya su bulunmadığı veyahut
evdeki su kâfi gelmediği için hizmetçiyi komşuya gönderdi, hizmetçi geç
kaldığı için de ona lânet okudu. Hâlbuki ben Rasûlullah'dan şu sözleri
duydum: "Lânet kime gönderilmişse ona gider, ona kazılmak ister. Şayet buna
bir yol bulamazsa: Ya Rabbi, beni falana gönderdiler, kalktım gittim, ona
hulûl için bir yol bulamadım! Şimdi ne yapayım? der. Cenab-ı Hak da ona:
Nereden geldinse oraya dön der. " Onun içindir ki, hizmetçinin bir mazereti
olabileceğini düşündüm ve lânetin geri dönmesinden korktum. Buna sebep olmak
istemedim."
Bir defasında adamın biri vefat etmiş ve hiçbir hayrı olmadığı söylenmişti.
İbn Mes'ud, bunu duyar duymaz, elinde bulunanları sadaka olarak vermişti.
Rasûlullah'ın Ashâb'ından birçokları, onun sünnetine yapışmakla büyük bir
şerefe kavuştular. Fakat Abdullah İbn Mes'ud, hiçbir zaman dünyayı istemedi.
O hep ahireti gözetirdi. Hz. İbn Mes'ud, son derece misafirperverdi. Kûfe'de
ikâmet ettiği sırada evi hiç misafirsiz kalmazdı.
İbn Mes'ud, namazlarını vaktinde kılmaya o kadar riayet eder ki, bir kere
Vali Velid b. Ukbe, Kûfe mescidinde halkı bir süre bekletmişti. İbn Mes'ud
hemen kalkarak, halka namazı kıldırmıştı. Vali, buna üzülerek, niçin böyle
yaptığını sormuş ve "Mü'min'lerin emirinden bir buyruk mu aldın? Yoksa bir
bid'at mı icat ettin?" demişti. İbn Mes'ud, ona şu cevabı vermişti: "Ben,
mü'minlerin emirinden bir buyruk almadığım gibi, bir bid'at de icat etmedim.
Fakat senin bir işin vardır, diye bizim de namazımızı geciktirmene Allah
razı olmaz."
İbn Mes'ud, Ramazan'dan başka çoğu günler oruç tutar, Aşûre* günlerini de
oruçlu geçirirdi. Abdurrahman b. Yezid der ki: "İbn Mes'ud, günlerinin
çoğunu oruçlu geçirirdi. Oruca ve namaza devamdan ayrıca bir zevk alırdı.
İbn Mes'ud, son derece külfetsiz bir hayat sürer, gayet basit yemeklerle
beslenir, külfetsizliği ve sadeliği hayatının düstûru bilirdi. Talebesi
Alkame, bu hususta İbn Mes'ud'un harfiyen Rasûlullah'a uyduğunu söyler. İbn
Mes'ud; senelerce beytü'lmâl* idare etmiş, bir gün, bir dakika da olsa
adalet ve insaftan ayrılmamıştır.
I.A. |