Hz. Ebu Bekir Es-Sıddık (r.a) (571-634)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in İslâm'ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden
hür erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilki. Câmiu'l
Kur'an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla bilinen büyük sahabi.
Kur'ân-ı Kerim'de hicret sırasında Rasûlullah'la beraber olmasından dolayı,
"...mağarada bulunan iki kişiden biri..." (et-Tevbe, 9/40) şeklinde ondan
bahsedilmektedir. Asıl adı Abdülkâbe olup, İslâm'dan sonra Rasûlullah
(s.a.s.)'in ona Abdullah adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş
mânâsına "atik"; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da
"sıddik" lâkabıyla anılmıştır. "Deve yavrusunun babası" manasına gelen Ebû
Bekir adıyla meşhur olmuştur. Teym oğulları kabilesinden olan Ebû Bekir'in
nesebi Mürre b. Kâ'b'da Rasûlullah'la birleşir. Anasının adı Ümmü'l-Hayr
Selma, babasının ki Ebû Kuhafe Osman'dır. Künyesi Abdullah b. Osman b. Amir
b. Amir... b. Murra ...et-Teymî'dir. Bedir savaşına kadar müşrik kalan oğlu
Abdurrahman dışında bütün ailesi müslüman olmuştur. Babası Ebû Kuhafe, Ebû
Bekir'in halifeliğini ve ölümünü görmüştür. Hz. Ebû Bekir'in Rasûlullah
(s.a.s.)'den bir veya üç yaş küçük olduğu zikredilmiştir. İslâm'dan önce de
saygın, dürüst, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan
"hanif" bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber'den hiç
ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslâm için harcamış, kendisi sade
bir şekilde yaşamıştır.
Hz. Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya
gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuştur. İçki içmek
câhiliye döneminde çok yaygın bir âdet olduğu halde o hiç içmemiştir. O
dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr
ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu;
sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslâm için
harcamıştır. Rasûlullah'a iman eden Ebû Bekir (r.a.) İslâm dâvetçiliğine
başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî
Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslâm'ın yücelmesinde büyük emekleri olan
ilk müslümanların bir çoğu İslâm'ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir.
Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca Rasûlullah'ın yanından ayrılmamış,
çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur. Rasûlullah
birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli
işlerde ashâbıyla müşavere eden Peygamber (s.a.s.) bazı hususlarda özellikle
Ebû Bekir'e danışırdı. (İbn Haldun, Mukaddime, 206). Araplar ona
"Peygamber'in veziri" derlerdi.
Teymoğulları kabilesi Mekke'de önemli bir yere sahipti. Ticaretle
uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kültürlülükleri ile
tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir'in babası Mekke eşrafındandı. Hz. Ebû Bekir,
câhiliye döneminde de güzel ahlâkı ile tânınan, sevilen bir kişi idi.
Mekke'de "eşnak" diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi işlerinin
yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed (s.a.s.) ile büyük bir dostlukları
vardı. Sık sık buluşur, Allah'ın birliği, Mekke müşriklerinin durumu ve
ticaret gibi konularda müşâvere ederlerdi. İkisi de câhiliye kültürüne
karşıydılar, şiir yazmaz ve şiiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür
ederlerdi.
İslâm'ı Benimsemesi
Hz. Ebû Bekir, Hira dağından dönen
Hz. Muhammed ile karşılaştığında, Rasûlullah (s.a.s.) ona, "Allah'ın
elçisi" olduğunu söyleyip "Yaratan Rabbinin adıyla oku" (el-Alâk, 96/1)
diye başlayan âyetleri bildirdiği zaman hemen ona: "Allah'ın birliğine
ve senin O'nun rasûlü olduğuna iman ettim" demiştir. Hz. Hatice'den
sonra Rasûlullah'a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm'ı
tebliğinin ilk zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt
görmüş, ancak Ebû Bekir şeksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul
etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.), "Bütün insanların imanı bir
kefeye, Ebû Bekir'in ki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı " diye
lâtif bir benzetme de yapmıştır. Mü'min Ebû Bekir, hayatının sonuna
kadar tüm varlığını İslâm'a adamış, bütün hayırlı işlerde en başta
gelmiştir.
Ebû Bekir Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm'a
kazandırmaya çalıştı, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan
güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satın alıp
azad etmekte kullandı. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir,
Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys bunlardandır. Kendisi de Mescid-i Haram'da
müşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû Bekir, iman ettikten sonra
İslâm'ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ümmü Ruman ve
kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah, Abdurrahman ve babası
Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Osman b. Affan, Sa'd b. Ebî Vakkas,
Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah gibi ilk
müslümanları İslâm'a dâvet eden odur. Müşriklerin eziyetleri çoğalıp
müslümanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz. Peygamber Hz. Ebû
Bekir'e de Habeşistan'a göç etmesini söylemiş ve Ebû Bekir yola çıkmış;
ancak Berkü'l-Gımâd'da Mekke'nin ileri gelen kabilelerinden İbn Dugunne
ile karşılaştığında İbn Dugunne onu himayesine aldığını ve Mekke'ye
dönmesi gerektiğini belirterek, ikisi birlikte Mekke'ye dönmüşlerdir.
Ancak şartlı olarak Ebû Bekir'i himayesine alan İbn Dugunne, Ebû
Bekir'in açıktan açığa ibadet etmesi ve inancını yaymaya devam etmesi
sebebiyle şartları yerine getirmediğini iddia ederek ona ibadetini gizli
yapmasını söylediğinde Ebû Bekir, onun himayesine ihtiyacı olmadığını,
zaten kendisine söz de vermediğini ifade etmişti: "Senin himayeni sana
iâde ediyorum. Bana Allah'ın himayesi yeter." Böylece onüç yıl Mekke'de
Rasûlullah'ın yanında kalan Hz. Ebû Bekir, Hz. Aişe'nin rivâyetine göre,
Rasûlullah hicret emrini alıp Ebû Bekir'e gelerek ona beraberce hicret
edeceklerini söyleyince Ebû Bekir sevinçten ağlamaya başlamıştı (İbn
Hişâm, es-Sire, II, 485).
Hz. Peygamber'in bir gecede Mekke'den Kudüs'e oradan Sidretü'l
Münteha'ya gittiği İsra ve Mirâc * hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz.
Ebû Bekir'e yetiştirdikleri zaman; "O dediyse doğrudur." demiştir. Bu
sözünden sonra Ebu Bekir'e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru,
itikadında şüphe olmayan anlamında, "Sıddık" lâkabı verildi. Kur'an
tâbiriyle, "O, ne iyi arkadaştı " (en-Nisâ, 4/69) denilebilir.
İşte o "Sıddîk" ile o "Emîn", o iki arkadaş beraberce Sevr dağındaki
mağaraya hareket ederek hicret etmişlerdir.
Hicreti
Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebû Bekir, (r.a.) mağarada keşif yaptıktan
sonra Rasûlullah içeri girmiştir. Ebû Bekir'in kızı Esma yolda yemeleri
için azıklarını hazırlamıştı. Onlar Mekke'den ayrılınca müşrikler her
tarafa adamlarını yollayarak aramaya başladılar. Kureyş kabilesinin
müşrikleri Ebû Cehil başkanlığında Esma'nın evini aradılar, hakaret edip
dayak attılar.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) hicret yolculuğuna çıkarken yanına bütün parasını
almıştı. Buna rağmen kızı Esma onun nerede olduğunu, nereye gittiğini
kâfirlere söylememiştir. İz süren Mekkeli müşrikler Sevr mağarasına
kadar geldiler. Rasûlullah bu sırada Kur'ân'da anlatıldığı biçimde şöyle
diyordu: "Üzülme, Allah bizimledir" (et-Tevbe, 104/40). Nitekim Allah
ona güven vermiş, göremedikleri askerleriyle onu desteklemiştir; Allah
güçlüdür, hakimdir. Kâfirler tüm aramalara rağmen onları bulamadılar.
Mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine'ye yönelen Rasûlullah ile Ebû
Bekir Kuba'ya vardılar.
Ebû Bekir mağarada kaldıkları günü şöyle anlatır: "Rasûlullah (s.a.s.)
ile beraber bir mağarada bulundum. Bir ara başımı kaldırıp baktım. O
anda Kureyş casuslarının ayaklarını gördüm. Bunun üzerine, 'Ya
Rasûlullah, bunlardan birkaçı gözünü aşağı eğse de baksa muhakkak bizi
görür' dedim. O, 'Sus ya Ebû Bekir. İki yoldaş ki, Allah onların
üçüncüsü ola, endişe edilir mi?' buyurdu.
Kuba'da üç gün kalan Rasûlullah ile Hz. Ebû Bekir nihayet Medine'ye
vardılar. Medine'de Hz. Ebû Bekir humma hastalığına tutuldu. Hastalık
ilerleyip yatağa düştüğünde Rasûlullah, "Allah'ım Mekke'yi bize sevgili
kıldığın gibi Medine'yi de bize sevgili kıl, hummayı bizden uzaklaştır'
diye dua ettiği zaman Hz. Ebû Bekir ve hasta olan diğer sahâbîler
iyileştiler. Bu aradâ Hz. Âişe ile Hz. Muhammed (s.â.s.)'in düğünleri
yapıldı. Mescidi Nebî inşâ edildi. Masrafların bir kısmını Hz. Ebû Bekir
karşıladı. Medine'de kardeşlik tesis edildiğinde Ebû Bekir'in kardeşliği
Harise b. Zeyd oldu.
Hz. Ebû Bekir Medine'de Mescidi Nebî'nin inşasına katıldı. Rasûlullah
İslâm'ı yaymak ve düşmanlar hakkında bilgi toplamak için seriyye denilen
keşif kollarını Medine dışına gönderiyor, bunlara bazen Hz. Ebû Bekir de
katılıyordu. Rasûlullah ile birlikte bizzat çarpıştığı savaşlarda
(Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te) Ebû Bekir de yer aldı. O, Müreysi,
Kurayza, Hayber, Mekke, Huneyn, Taif gazvelerinde de bulundu.
Rasûlullah'ın bizzat idare ettiği harplere gazve denir. Ebû Bekir, bu
sözü geçen büyük savaşlardan başka, otuzdan fazla gazveye katılmıştır.
Çarpışma olmaksızın Veddan, Buvat, Bedr-i Ûlâ, Uşeyre gazveleriyle de
düşmanlar itaat altına alınmıştır. Bütün bu gazvelerde Hz. Ebû Bekir,
Rasûlullah'ın en yakınında yer almış olup onun "veziri" gibi idi.
Bedir'de, oğlu Abdurrahman müşrikler safında yer aldığında Ebû Bekir
oğluyla çarpışmıştır. Sadece o değil, Bedir'de birçok sahâbî, oğlu,
kardeşi, babası, dayısı ile çarpışmıştı. Bedir savaşı, müslümanların
İslâm'ı herşeyden üstün tuttuklarını, Allah için en yakınları olan
müşrikleri kan bağı veya kabile taassubu içinde kalmadan, başka
insanlardan ayırdetmeden öldürdüklerini göstermektedir. Rasûlullah'ın
bir amcası Hamza, İslâm ordusu safındayken öteki amcası Abbas, düşman
safındaydı. Yeğeni Ubeyde kendi yanındayken, öteki yeğenleri Ebû Süfyan
ve Nevfel müşriklerle beraberdi. Hattâ kızı Zeyneb'in eşi Ebû'l-As da
Rasûlullah'a karşı müşriklerle birlikte savaşıyordu.
Hicretin 9. yılında Medine'de büyük bir kıtlık oldu. Bu arada Bizans
İmparatoru, Şam'da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu
hazırladı. Rasûlullah, bu orduya karşı İslâm ordusunu hazırlarken,
kıtlık sebebiyle zorluklarla karşılaştı. Ebû Bekir malının hepsini bu
ordunun hazırlanmasında kullandı. Onuncu yılda "Vedâ Haccı"nda bulunan
Allah'ın Rasûlü, onbirinci yılda hastalandı.
Hilâfeti
Hicrî onbirinci yılda hastalanan
Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyülevvel Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât
etti. Onun vefâtını duyan müslümanlar büyük bir üzüntüye kapıldılar ve
ilk anda ne yapmaları gerektiğine karar veremediler. Ama o da bir
ölümlüydü. Hz. Ömer, onun Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini,
O'nun için "öldü" diyen olursa ellerini keseceğini söylüyordu. Ebû
Bekir, Rasûlullah'ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının
yanına gitmişti. Vefât haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah'ı
alnından öptü ve "Babam ve anam sana fedâ olsun ya Rasûlullah. Ölümünde
de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son
bulmuştur. Şânın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan
münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım
..." dedi. Sonra dışarı çıkıp Ömer'i susturdu ve; "Ey insanlar, Allah
birdir, O'ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.
Allah apaçık hakikattir. Muhammed'e kulluk eden varsa, bilsin ki o
ölmüştür. Allah'a kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve
ebedîdir. Size Allah'ın şu buyruğunu hatırlatırım: "Muhammed sadece bir
elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Simdi o ölür veya
öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim
ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir ziyan veremez. Allah
şükredenleri mükâfatlandıracaktır" (Âl-u İmrân, 3/144). Allah'ın kitabı
ve Rasûlullah'ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını
ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın,
dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz" (İbn
Hişâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198).
Hz. Ebû Bekir bu konuşmasıyla orada bulunanları teskin ettikten sonra
Rasûlullah'ın teçhiziyle uğraşırken, Ensâr, Benû Sâide sakifesinde
toplanarak Hazrec'in reisi olan Sa'd b Uhâde'yi Rasûlullah'tan sonra
halife tayini için bir araya gelmişlerdir. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû
Ubeyde ve Muhacirlerden bir grup hemen Benû Saîde'ye gittiler. Orada
Ensâr ile konuşulduktan ve hilâfet hakkında çeşitli müzakereler
yapıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Ömer ile Ebû Ubeyde'nin ortasında durdu
ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine bey'at edilmesini
istedi. O, kendisini halife olarak öne sürmedi. Hz. Ebû Bekir'in
konuşmasından sonra Hz. Ömer atılarak hemen Ebû Bekir'e bey'at etti ve,
"Ey Ebû Bekir, müslümanlara sen Rasûlullah'ın emriyle namaz kıldırdın.
Sen onun halifesisin ve biz sana bey'at ediyoruz. Rasûlullah'a
hepimizden daha sevgili olan sana bey'at ediyoruz" dedi. Hz. Ömer'in bu
âni davranışı ile orada bulunanların hepsi Ebû Bekir'e bey'at ettiler.
Bu özel bey'attan sonra ertesi gün Mescid-i Nebî'de Hz. Ebû Bekir bütün
halka hutbe okudu ve resmen ona bey'at edildi. Rasûlullah'ın defni salı
günü gerçekleşirken, onun nereye defnedileceği hakkında da bir ihtilâf
meydana geldiğinde Hz. Ebû Bekir yine firasetini ortaya koydu ve "Her
peygamber öldüğü yere defnedilir" hadisini ashaba hatırlatarak bu
ihtilâfı giderdi. Rasûlullah'ın cenaze namazı imamsız olarak gruplar
halinde kılındı. Bütün bunlar olurken, Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'nın evinde
Haşimoğulları ve yandaşları ile toplandığı ve bey'ata ilk zamanlar
katılmadığı nakledilir. Hz. Ali rivâyetlere göre, el-Bey'atü'l-Kübrâ'ya
bey'at edildiği haberini alır almaz, elbisesini yarım yamalak giydiği
halde evden fırlamış ve gidip Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmiştir (Taberî,
Târih, III, 207). Onun aylarca Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmediği haberleri
gerçeğe uygun olmasa gerektir. Çünkü onun Ebû Bekir'in üstünlüğünü
bildiği, onun hakkında yaptığı konuşmalar ve tarihin akışı, diğer
rivâyetlere aykırıdır.
Râsulullah'ın en yakın ashâbı arasında -hattâ Ebû Bekir ile Ömer
arasında- zaman zaman ihtilâflar, görüş ayrılıkları meydana gelmişse de
ilk iki halife zamanında da görüldüğü gibi dâima birliktelik devam
ettirilmiştir. Anlaşmazlık gibi görünen hâdiselerin birçoğunda huy ve
karakter farklılığı rol oynuyordu. Meselâ Ebû Bekir yumuşak ve sâkin
davranırken, Ömer sertlik yanlısıydı. Ama her zaman birlikte hareket
ettiler. Ebû Bekir'in yönetiminde, Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvam Ridde
savaşlarında kararların içinde, namazlarda Ebû Bekir'in arkasında yer
almışlardır (İbn Kesir, el-Bidâye ve'n Nihâye, V, 249). Hz. Ali,
Rasûlullah'ın bir vasiyeti olsaydı ölünceye kadar onu yerine
getireceğini söylemiş (Taberî, a.g.e., IV, 236) ancak, İbn Abbas'ın
Rasûlullah hastalandığı zaman ona gidip hilâfet işini sormak istemesini
geri çevirmiştir. Yani Hz. Ebû Bekir'in halifeliğine karşı kimseden bir
çıkış olmamıştır. Zaten tabii, fıtrî, akli ve maslahata uygun olan da
onun halifeliğidir. Hz. Peygamber ölmeden önce yazılı bir ahidname
bırakmamış, ancak Hz. Ebû Bekir'in faziletine dair Mescid'de konuşmuş,
hasta yatağındayken onu ısrarla çağırtmış ve yerine İmam tâyin etmiştir.
Hz. Ebû Bekir, kendisine Rasûlullah'ın mirasından pay almak için gelen
Hz. Fâtıma'ya, "Rasûlullah'ın yaptığı hiçbir şeyi yapmaktan geri durmam"
diyerek, Fâtıma'nın peygamberin kızı olmasını dinin üstün tutulmasından
daha önemsiz görmüş ve Rasûlullah'ın yanındayken ondan ne duymuş, ne
görmüşse onu tatbik etmiştir (Taberî, III, 220). Sonraları Hz. Ali'nin
hilâfeti zamanında Fâtıma'ya -ki, Ebû Bekir'e gidip miras isterken onu
savunmuştu- mirastan hiçbir şey vermemesi de ashâbın Rasûlullah'ın
sünnetine nasıl itaat ettiklerinin delilidir (İbn Teymiye,
Minhâc'üs-Sünne, III, 230). Hz. Ebû Bekir "Rasûlullah'ın Halifesi"
seçildikten sonra Mescid'de yaptığı konuşmada, "Sizin en hayırlınız
değilim, ama başınıza geçtim; görevimi hakkıyle yaparsam bana yardım
ediniz, yanılırsam doğru yolu gösteriniz; ben Allah ve Rasûlü'ne itaat
ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz, ben isyan edersem itaatiniz
gerekmez..." demiştir (İbn Hişâm, es-Sire, IV, 340-341; Taberî, Târih,
III, 203).
Mürtedlerle Mücadele, Irak ve Suriye Fütühatı
Hz. Ebû Bekir Rasûlullah'ın halifesi olduktan sonra, onun vefâtıyla
Arabistan'da Mekke ve Medine dışındaki bölgelerde görülen dinden dönme
hareketlerine, yalancı peygamberlere, "namaz kılarız, ama zekât
vermeyiz" diyenlere karşı savaş açtı. Esvedu'l-Ansı,
Müseylemetü'l-Kezzâb, Secah, Tuleyha gibi yalancı peygamberlerle yapılan
savaşlarla bu zararlı unsurlar yok edilmiş, isyan bastırılmış, zekât
yeniden toplanmaya ve Beytü'l-Mal'e konulup dağıtılmaya başlanmıştır.
Rasûlullah'ın hazırladığı, ancak vefâtı sebebiyle bekleyen Üsâme
ordusunu Ürdün'e yollayan Ebû Bekir, Bahreyn, Umman, Yemen, Mühre
isyanlarını bastırmıştır. İçte isyancılarla mücâdele edilirken, dışta da
iki büyük imparatorluğun, İran ve Bizans'ın ordularıyla
karşılaşılmıştır. Hîre, Ecnâdin ve Enbâr, savaşlarla İslâm diyarına
katılmış, Irak fethedilmiş, Suriye'nin de önemli kentleri ele
geçirilmiştir. Yermük savaşı devam ederken Hz. Ebû Bekir vefât etmiştir.
Onun ordusuna verdiği öğütlerde şu ibareler vardır: "Kadın, çocuk ve
yaşlılara dokunmayın, yemiş veren ağaçları kesmeyin, ma'mur bir yeri
tahrip etmeyin, haddi aşmayın, korkmayın." Gerçekten İslâm ordusu
fethettiği yerlerde kimseye zulmetmemiş, adaletiyle düşmanların
takdirini kazanmış, müslüman olmayıp da cizye vererek İslâm'ın
himayesine giren milletler huzur ve emniyet içinde yaşamışlardır.
Kur'ân-ı Kerîm'in Toplanması, "Mushaf''ın Meydana gelmesi
Hz. Ebû Bekir, Ridde harplerinde, vahiy kâtiplerinin ve kurrâ'nın
birçoğunun şehid olması üzerine, Hz. Ömer'in Kur'ân'ın toplanması
fikrine önce sıcak bakmamışsa da sonra ona hak vererek, Kur'ân
âyetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Rasûlullah zamanında peyderpey
inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taşlara, enli hurma
dallarına yazıldığı gibi, ashâbın çoğu da Kur'ân hâfızı idi. Ancak,
yazılı olan âyetler dağınıktı, kurrâ da azalınca Kur'ân'ın muhafazası
hususunda endişe edildi. Ebû Bekir, Zeyd b. Sâbit'in başkanlığında bir
heyet teşkil ederek, herkesin elindeki âyetleri getirmesini emretti.
Ayrıca şâhitlerle âyetler doğrulanıyor, kurrâ' ile te'kid ediliyordu.
Böylece bütün âyetler toplandı ve "Mushaf" meydana getirildi. Bu Mushaf
Ebû Bekir'den Ömer'e, ondan da kızı Hafsa'ya geçti ve Hz. Osman
zamanında çoğaltılarak Dârü'l-İslam'ın bütün vilâyetlerine dağıtıldı.
Vefâtı
Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kısa
bir müddet sürmesine rağmen Hz. Ebû Bekir zamanında İslâm devleti büyük bir
gelişme göstermiştir. Hz. Ebû Bekir Hicrî 13. yılda Cemâziyelâhir ayının
başında hicretten sonra Medine'de yakalandığı hastalığının ortaya çıkması
üzerine yatağa düşünce yerine Ömer'in namaz kıldırmasını istedi. Ashâbla
istişâre ederek Hz. Ömer'i halifeliğe uygun gördüğünü söyledi. Hz. Ömer'in
sert ve kaba oluşu gibi bazı itirazlara cevap verdi ve hilâfet ahitnamesini
Hz. Osman'a yazdırdı. Ebû Bekir (r.a.) de, çok sevdiği Rasûlullah gibi
altmışüç yaşında vefât etti. Vasiyeti gereği Rasûlullah'ın yanına -omuz
hizasında olarak- defnedildi. Böylece bu iki büyük insanın, iki büyük
dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti.
Kişiliği ve Yönetimi
Tâcir olarak geniş bir kültüre sahip
olan Hz. Ebû Bekir, dürüstlüğü ve takvâsı ile ashâb içinde ilk sırada
yeralır. Karakteri; yumuşak huyluluk, çok düşünüp çok az konuşmak, tevâzu
ile belirgindi. Hz. Âişe'nin rivâyetine göre, "gözü yaşlı, gönlü hüzünlü,
sesi zayıf" biri idi. Câhiliye döneminde müşrikler ona güvenir, diyet ve
borç-alacak işlerinde onu hakem tanırlardı. Rasûlullah'ın en sadık dostu
olan Ebû Bekir'in Mirâc olayında sergilediği sonsuz bağlılık örneği ona
"es-Sıddık" lâkabını kazandırmıştır. O bu olayda "O ne söylüyorsa doğrudur"
demiştir. Cömertlikte ondan üstünü de yoktur. Bütün malını mülkünü İslâm
için harcamış, vefât ederken vasiyetinde, halifeliği müddetince aldığı
maaşların, topraklarının satılarak iâde edilmesini istemiş ve geride bir
deve, bir köleden başka birşey bırakmamıştır. Dört eşinden altı çocuğu olan
Ebû Bekir, kızı Âişe'yi Rasûlullah ile hicretten sonra evlendirmiştir
(Tabakat-ı İbn Sa'd, VI, 130 vd.; İbnu'l-Esir, II, 115 vd).
Hicret sırasında mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda ve ayağı
acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Peygamber'i uyandırmamak için
sesini çıkarmaması, ağlarken Hz. Peygamber uyanıp ne olduğunu sorduğunda,
"Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah" demesi olayı Ebû Bekir'in
Rasûlullah'a olan bağlılığının örneklerinden sadece biridir. Hz. Ebû
Bekir'in beyaz yüzlü, zayıf, doğan burunlu, sakallarını kına ve çivit otuyla
boyayan sakin bir adam olduğu rivâyet edilir (İbnü'l Esir, el-Kâmil
fi't-Târih, II, 419-420). Rasûlullah'tan sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebû
Bekir'dir. O, Hz. Peygamber'in veziri, fetvâlarda en yakını idi.
Rasûlullah'ın, "İnsanlardan dost edinseydim, Ebû Bekir'i edinirdim" (Buhâri,
Salât, 80: Müslim, Mesâcid, 38: İbn Mâce, Mukaddime, II) ve "Herkeste
iyiliklerimin karşılığı vardır, Ebû Bekir hariç" demesi ve son hutbesinde,
"Allah, kullarından birini dünya ile kendi katında olan şeyleri tercih
hususunda serbest bıraktı; kul, Allah katında olanı tercih etti'' diye Ebû
Bekir'i övmesi ve mescide açılan tüm kapıları kapattırıp yalnız Hz. Ebû
Bekir'in kapısını açık bırakması ona verdiği değeri göstermektedir.
Hz. Ebû Bekir'in nasslara aykırı hiçbir görüşü bize ulaşmamıştır, çünkü
böyle bir reyi yoktur. Ebû Bekir nâsih sünneti çok iyi biliyor, Rasûlullah'ı
herkesten çok tanıyordu. Bu yüzden hilâfetinde kendisine karşı içte muhâlif
bir hareket olmamış ve fitneler görülmemiştir (Buhâri,
Fedâilü'l-Ashâbı'n-Nebî, 3 ). İhtilâf veya ihtilâflarda çözümsüzlük,
bid'atler onun devrinde yaşanmamıştır. "Üzülme, Allah bizimle beraberdir"
buyuran Rasûlullah'ın haberi sanki lâfızda ve mânâda Hz. Ebû Bekir'de zâhir
olmuştur (İbn Teymiye, Külliyat Tercümesi, İstanbul 1988, IV, 329).
Kaynaklarda onun, "Ben ancak Rasûlullah'a tâbiyim, birtakım esaslar koyucu
değilim" diye kararlarında çok titiz davrandığı zikredilir (Taberî, IV,
1845; İbn Sa'd, III, 183). Bir meseleyi hallederken önce Kur'ân'a bakar,
bulamazsa Sünnet'te araştırır, orda da bulamazsa ashâbla istişâre eder ve
ictihad ederdi. Ganimetin bölüşümü meselesinde Muhâcir-Ensâr eşitliği'nin
ihtilâfa yol açmasında Ömer'in Muhâcirlere daha çok pay verilmesini
savunmasına rağmen ganimeti eşit olarak bölüştürmüştür. O sebeple
hilâfetinde huzursuzluk çıkmadı. Rasûlullah ve kendisi, bir mecliste bir
anda verilen üç talâkı bir talâk saymışlar, bu daha sonra-birçok "maslahat
gereği" diye yapılan değişiklik gibi- üç talâk sayılmıştır. Yani Ebû Bekir,
Rasûlullah'ın tüm uygulamalarını aynen tatbik etmek istemiş; bazen -kalpleri
İslâm'a ısındırmak istenenlere toprak vermesi gibi- maslahat gereği veya
zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesini söyleyen ashâbına uymuştur.
Müslümanlar henüz otuzsekiz kişiyken Mekke'de Mescid-i Haram'da İslâm'ı
tebliğ eden ve müşriklerce dövülen Ebû Bekir'e hilâfetinde "Halifet-u
Rasûlillah" denilmiş, sonraki halifelere ise "Emîrü'l-Mü'minîn" denilmiştir.
Mâlî işlerini Ebû Ubeyde, kadılık ve kazâ işlerini Hz. Ömer, kâtipliğini
Zeyd b. Sâbit ve Hz. Ali, başkumandanlığını Üsâme ve Halid b. Velid
yapmıştır. Medine Dârü'l-İslâm'ın başkenti olmuş, Mekke, Taif, San'a,
Hadramevt, Havlan, Zebid, Rima, Cened, Necran, Cureş, Bahreyn vilâyetlere
ayrılmıştır. Yönetimi merkezî olup, ganimetlerin beşte biri Beytü'l-Mal'de
toplanmıştır.
Hz. Ebû Bekir, Mukillîn* denilen çok az hadis rivâyet eden ashâbdan sayılır.
O, yanılıp da yanlış birşey söylerim korkusuyla yalnızca yüz kırk iki hadis
rivâyet etmiş veya ondan bize bu kadar hadis rivâyeti nakledilmiştir. Hutbe
ve öğütlerinden bazıları şöyledir:
"Rasûlullah vahy ile korunuyordu. Benim ise beni yalnız bırakmayan bir
şeytanım vardır... Hayır işlerinde acele edin, çünkü arkanızdan acele gelen
eceliniz var... Allah için söylenmeyen bir sözde hayır yoktur... Herhangi
bir yericinin yermesinden korktuğu için hakkı söylemekten çekinen kimsede
hayır yoktur... Amelin sırrı sabırdır... Hiç kimseye imandan sonra sağlıktan
daha üstün bir nimet verilmemiştir... Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba
çekiniz (Ayr. bk. Ebû Nuaym, Hılye, l)
|