Sad b. Ebi Vakkas
Sa'd b. Ebî Vakkas Malik b. Vuheyb b.
Abdi Menaf b. Zühre. Babası Malik b. Vuheyb'dir. Malik'in
künyesi Ebî Vakkas olup, Sa'd bu künyeye nisbetle İbn Ebî
Vakkas olarak çağrılırdı. Rasûlüllah (s.a.s)'in annesi
Zuhreoğullarından olduğu için, anne tarafından da nesebi
Rasûlüllah (s.a.s) ile birleşmektedir. Sa'd'ın annesi Hamene
binti Süfyan b. Ümeyye'dir. Sa'd (r.a), ilk iman edenlerden
biridir. Kendisinden yapılan rivayetlere göre o İslâmı
üçüncü kabul eden kimsedir. Ancak, Hz. Hatice, Hz. Ebu Bekr,
Hz. Ali ve Zeyd b. Harise'den sonra müslüman olmuşsa beşinci
müslüman olmuş oluyor. Sa'd (r.a), müslüman olduğu gün henüz
namazın farz kılınmamış olduğunu ve o zaman on yedi yaşında
bulunduğunu söylemektedir (İbn Sa'd, Tabakâtül-Kübrâ, Beyrut
(t.y), III, 139).
Sa'd (r.a) İslâma girişine sebep olan
olayı şöyle anlatır: "Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiç
bir şeyi göremediğim karanlık bir yerde gördüm. Bu arada ay
doğdu ve ben onun aydınlığına tabi oldum. Benden önce bu aya
kimlerin uymuş olduğuna bakıyordum. Onlar, Zeyd b. Harise, Ali
b. Ebî Talib ve Ebû Bekir'di. Onlara ne kadar zamandan beri
burada olduklarını sorduğumda, onlar; "Bir saat kadardır"
dediler. Araştırdığımda öğrendim ki, Rasûlüllah (s.a.s) gizlice
İslâm'a davette bulunmaktadır. Ona Ecyad tepesi taraflarında
rastladım. İkindi namazını kılıyordu. Orada İslâmı kabul ettim.
Benden önce bu kimselerden başkası imân etmemişti" (İbnül-Esir,
Üsdül-Ğâbe, II, 368).
Sa'd'ın müslüman olduğunu öğrenen annesi, buna çok üzülmüş ve
oğlunu atalarının dinine döndürebilmek için çareler aramaya
başlamıştı. Sa'd'a, eğer girdiği dinden dönmezse, yemeyip
içmeyeceğine dair yemin etmişti. Sa'd, annesine, bunu
yapmamasını, çünkü dininden dönmeyeceğini söyledi. Yeminini
uygulamaya koyan annesi, bir zaman sonra açlık ve susuzluktan
bayılmıştı. Ayıldığında Sa'd ona; "Senin bin tane canın olsa ve
bunları bir bir versen, ben yine de dinimden dönmeyeceğim"
demişti. Onun kararlılığını gören annesi yemininden vazgeçmişti
(Üsdül-Ğabe, aynı yer). Sa'd (r.a) annesine çok düşkündü ve ona
bir zarar gelmesini asla kabul edemezdi. Ancak imanla alakalı
bir konuda Rabbine isyan edip başkalarının heva ve heveslerine
de tabi olamazdı. Sa'd (r.a) ve benzerlerinin karşılaşacağı bu
gibi durumları çözümlemek ve iman edenleri rahatlatmak için
Allah Teâlâ şu âyet-i kerimeyi göndermişti: "Bununla beraber
eğer, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşmak
için seninle uğraşırlarsa, o zaman onlara itaat etme. Dünya
işlerinde onlara iyi davran..." (Lokman, 31 / 15).
Sa'd (r.a), Medine'ye hicrete kadar Mekke'de kalmıştır.
Dolayısıyla müşrikler tarafından uğradıkları bütün saldırı ve
işkencelere diğer müslümanlarla birlikte Mekke dönemi boyunca
muhatab olduğu muhakkaktır. Mekke'de müslümanlar, Mekke
zorbalarının saldırılarından emin olmak için ibadetlerini gizli
ve tenha yerlerde ifa ediyorlardı. Bir gün Sa'd (r.a)
arkadaşlarıyla birlikte ibadet ederlerken müşriklerden bir grup
onlara sataşarak İslâmla alay etmişler ve onlara saldırmışlardı.
Sa'd eline geçirdiği bir deve sırt kemiğini alıp müşriklere
karşılık vermiş ve onlardan birini yaralayarak kanlar içerisinde
bırakmıştı. İşte İslâm'da Allah için ilk akıtılan kan budur
(Üsdü'l-Ğâbe, II, 367).
Sa'd (r.a) kardeşi Ümeyr (r.a) ile Medine'ye hicret ettiği
zaman, kan davası yüzünden Mekke'den kaçıp buraya yerleşmiş olan
diğer kardeşleri Utbe'nin evinde kalmaya başlamışlardı. Muahat
olayında Rasûlüllah (s.a.s), Sa'd'ı Mus'ab b. Umeyr ile kardeş
ilân etmişti. Başka bir rivayete göre de kardeş ilân edildiği
kimse Sa'd b. Mu'az'dır (İbn Sa'd, a.g.e., III, 139-140).
Medine'ye hicretle birlikte İslâm devlet olmuş ve kendini tehdit
eden güçlere karşı askerî faaliyetler başlamıştı. Bu çerçevede
Mekke kervanlarına yönelik askerî birlikler (seriyye)
sevkediliyordu. İlk seriyye, Hicretin yedinci ayında Mekke
kervanının yolunu kesmek için otuz kişiden oluşan Hz. Hamza
komutasındaki seriyyedir. Sa'd (r.a)'da bu ilk askerî birliğe
katılanlardandır (İbn Sad, aynı yer) Bir ay sonra Ubeyde b.
Haris komutasında gönderilen seriyye Kureyş kervanıyla
karşılaştığında ilk oku Sad b. Ebi Vakkas (r.a) atarak çatışmayı
başlatmıştı. Mekke'de Allah yolunda ilk kan akıtan kimse olma
şerefi Sa'd (r.a)'a ait olduğu gibi, yine Allah yolunda ilk ok
atma şerefi de böylece ona nasip olmuştur. Sa'd (r.a) şöyle
demektedir: "Araplardan Allah yolunda ilk ok atan kimse benim"
(İbn Sa'd, aynı yer).
Aynı yılın Zilkade ayında Rasûlüllah (s.a.s), Sa'd b. Ebi
Vakkas'ı yirmi kişilik bir askerî birliğe komutan tayin ederek
el-Harrar mevkiine göndermişti. Bu seriyyenin gayesi de
Mekkelilere ait kervanı vurmaktı. Ancak kervan bir gün önceden
bu yerden hareket etmiş olduğu için, bir çatışma çıkmamıştı.
Rasûlüllah (s.a.s), sadece seriyyeler göndermekle yetinmiyor,
bizzat ordusunun başına geçerek seferler düzenliyordu. Bunlardan
biri olan ve II. Hicrî yılın Rebiu'l-Evvel ayında
gerçekleştirilen Buvat gazvesinde, ordu sancağını Sa'd
taşımaktaydı (Taberi, Tarih, Beyrut 1967, II, 407). Peşinden
tehlikeli bir görevle Mekke ile Taif arasındaki Nahle mevkiine
keşif maksadıyla gönderilen Abdullah b. Cahş seriyyesine katılan
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'ın bütün cihad faaliyetlerine aktif bir
şekilde iştirak ettiği görülmektedir.
Bedir savaşında müşrik süvari birliğinin komutanı olan Sa'id b.
el-As'ı öldürüp kılıcını Rasûlüllah (s.a.s)'e getirmişti. O,
Zülkife adındaki bu kılıcı ganimetlerin dağıtılışında Sa'd'a
vermişti.
Uhud savaşında, müşriklerin üstünlüğü ele geçirdiği ve
müslümanların paniğe kapılarak dağıldığı esnada Rasûlüllah
(s.a.s)'in yanından ayrılmayıp gövdelerini siper ederek onu
korumaya çalışan bir kaç kişiden birisi Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)
idi. O, cesaretinden hiç bir şey kaybetmeden ok atmaya devam
ediyordu. Sa'd (r.a) ok atmakta mahirdi ve hedefini
şaşırmıyordu. Rasûlüllah (s.a.s) ona ok veriyor ve şöyle
diyordu: "At Sa'd Anam babam sana feda olsun " (Müslim,
Fezâilü's-Sahabe, 5; İbn Sa'd, a.g.e., III,141; İbnül-Esîr,
el-Kâmil,)i't-Tarih, Beyrut 1979, II, 155). Rasûlüllah (s.a.s),
övgü, rıza ve hoşnutluğu ifade eden bu kelimeleri, ana ve
babasını bir arada zikrederek başka hiç kimse için
kullanmamıştır (İbn Sa'd, aynı yer).
Sa'd (r.a)'ın Uhud günü gördüğü hizmet ve gösterdiği kahramanlık
gerçekten çok büyüktü. Onun bu günde tek başına bin ok attığı
rivayet edilmektedir (Üsdül-Ğâbe, II, 367).
O, Hendek, Hudeybiye, Hayber, Mekke'nin fethi ve diğer
gazvelerin tamamına katılmıştır (İbn Sa'd, a.g.e., 111, 142).
Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir (r.a)'a
bey'at eden Sa'd (r.a), Hz. Ömer döneminde aktif olarak devlet
idaresinde görevler almıştır. Bu dönemde onun en önemli
görevlerinden birisi, asrın emperyalist süper güçlerinden birisi
olan İran imparatorluğunu çökerten Kadisiye ordusunun
kumandanlığıdır.
Bizansa yönelik askerî faaliyetler sürerken, İran topraklarına
da seferler yapılıyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a) döneminde
İranlıların elinde olan Irak'ın büyük bir bölümü fethedilmişti.
Hz. Ömer (r.a) iş başına geçtiği zaman İran'a karşı kapsamlı ve
netice alıcı bir askerî sefer düzenlenmesi için çalışmalara
başladı. Yapılan istişareler sonucunda Sa'd b. Ebî Vakkas'ın
hazırlanan orduya komutan tayin edilmesi kararlaştırıldı.
Havâzin kabilelerinden zekât toplamak için bu bölgede bulunan
Sa'd, Medine'ye çağrılarak ordu ona teslim edildi. Sa'd
ordusuyla Irak'a doğru yürüyüşe geçerek Kadisiye mevkiinde
kârargah kurdu. İran şahı, müslümanlara karşı savaşmak üzere
ünlü komutanı Rüstem'i görevlendirmişti. Yapılan savaşı
müslümanlar kazanmış ve İran toprakları İslâm tebliğine
açılmıştı. Sa'd hasta olduğu için bizzat savaşa iştirak edememiş
ve yüksekçe bir yerden, savaştın orduyu idare etmişti. Kadisiye
ıaleri İslâm ordularının kazandığı en parlak ve kesin
zaferlerden biri olarak tarihe geçmiştir.
Daha sonra Sa'd (r.a), Celula'ya yönelmiş ve burasını
fethetmişti (H 16). Celula'nın fethi bölgede büyük bir ihtida
hareketini de peşinden getirmişti. Daha sonra İran imparatorluk
merkezi olan Medâin iki aylık bir kuşatmadan sonra düşmüş, büyük
meblağlarda ganimet ele geçmiş ve Kisra III. Yezducerd buradan
Hulvan'a kaçmıştı. Sa'd b. Ebi Vakkas, bir ordu göndererek sulh
yoluyla burayı fethetmişti. Yezducerd ise İsfahan bölgesine
kaçarak orada tutunmaya çalışmıştır.
Sa'd (r.a), Medâin'e yerleşerek, fethedilen toprakların idarî
yapısını oluşturmaya çalıştı. Medâin'in havası, askerlerin
sıhhatini olumsuz yönde etkilediği için, Hz. Ömer (r.a)'ın onayı
alınarak yerleşime ve ordunun askerî stratejisine uygun bir
konumda olan Küfe, ordugâh şehir haline getirildi. Sa'd bölge
valisi olarak Kûfe'de üç buçuk yıl kalmıştır. O, tekrar
toparlanıp kaybettikleri yerleri geri almak için hazırlıklara
girişen İranlıların hareketlerini takip ediyor ve gerekli askerî
önlemleri almaya çalışıyordu. Ancak tam bu sıralarda Kûfe'de bir
topluluk, Hz. Sa'd'ı ganimetleri adil dağıtmadığı ve gaza
işlerinde gevşek davrandığı yolunda iddialarla Hz. Ömer (r.a)'a
şikayet etti. Ayrıca onun namaz kıldırış tarzını da
beğenmiyorlardı. Hz. Ömer (r.a) meseleyi inceletmiş; yapılan
şikayetlerin asılsız olduğunu anlamış olmakla birlikte,
maslahatı gözeterek onu geri çağırmıştı (Asr-ı Saadet, I, 432
vd.).
Hz. Ömer (r.a), kendisinden sonra halife seçimini
gerçekleştirmek için altı kişilik bir şûra oluşturmuştu. Sa'd
(r.a) da bunlar arasındaydı. Hz. Ömer (r.a)'in vefatından sonra
halife tayini için müzakereler başladığı zaman Sa'd, Abdurrahman
b. Avf lehine adaylıktan çekildiğini açıklamıştır.
Hz. Osman (r.a), halife seçildiği zaman; Ömer (r.a)'in
vasiyetine uyarak Sa'd'ı Küfe valiliğine tayin etti. Ancak, bu
seferki Küfe valiliği de fazla sürmemiştir. O, hazineden borç
olarak almış olduğu bir miktar parayı geri ödemekte zorluk
çekince, hazine emini Abdullah İbn Mes'ud tarafından Halifeye
şikayet edilmiş; bu şikayet üzerine Osman (r.a), onu Küfe
valiliğinden azletmişti. Bunun üzerine Sa'd (r.a) Medine
yakınlarındaki Akik vadisinde bulunan çiftliğindeki evine
yerleşmiş ve ziraatle uğraşmaya başlamıştır.
Sa'd (r.a), Hz. Osman (r.a)'ın şehid edilişiyle başlayan fitne
ve ihtilaflardan tamamen uzak kalmaya gayret etmiştir. O,
müslümanlar arasında kan dökülmesinden çok rahatsız oluyor ve
taraflardan kendisine gelen teklifleri geri çeviriyordu. O,
ümmetin üzerinde anlaştığı bir halife ortaya çıkıncaya kadar
kendisine hiç bir şeyden bahsedilmemesini istemişti. Sa'd (r.a),
gruplar arasında verilen mücadelelerde kimin haklı kimin haksız
olduğunun açıklığa kavuşturulmasının mümkün olmadığını bildiği
ve haksız yere bir müslümanın kanını akıtmaktan çekindiği için
böyle davranıyordu. O, kendisine gelenlere şöyle diyordu: "Bana,
iki gözü, dili ve iki dudağı olan ve şu kâfirdir, şu mü'mindir
diyen bir kılıç getirilinceye kadar asla kimseyle savaşmam" (İbn
Sa'd, a.g.e., III,143; Üsdül-Ğâbe, II, 368).
Sa'd (r.a), güçlü bir kişiliğe ve siyasî desteğe sahip olduğu
halde, riyaset çekişmelerinin içine girmekten ömrünün son
günlerine kadar kaçınmıştır. Oğlu Ömer ve kardeşinin oğlu Haşim
gidip ona; "Yüz bin kılış sahibi var ki, hepsi seni hilafet için
en liyakatli adam tanıyor" dediklerinde onun buna verdiği cevap
şu olmuştu:
"Bu sizin yüz bin kılıcınızdan daha kuvvetli tek bir kılıç,
mü'mine çekilince onu kesmeyen, kâfire karşı sıyrılınca onu
kesen kılıçtır" (Asrı Saadet, I, 436). Onun bu anlamlı sözleri,
müslümanların birbirlerine zarar vermelerine karşı ne kadar
hassas olduğunu ifade etmektedir.
Sa'd (r.a), Hicrî 55 yılında ikâmet etmekte olduğu Medine'nin
dışındaki Akik vadisinde vefat etmiştir. Onun vefat tarihi
hakkında, 54 ila 58 tarihleri arasında değişen farklı rivâyetler
bulunmaktadır (Üsdül-Ğâbe, II, 369).
Sa'd (r.a)'ın cenazesi Medine'ye on mil kadar uzaklıkta olan
Akik vadisindeki evinden alınarak Medine'ye getirilmiş ve
Mescid-i Nebi de kılınan namazdan sonra, Bâkî mezarlığına
defnedilmiştir (İbn Sa'd, III,148). Cenaze namazını Emevilerin
Medine valisi Mervan b. Hakem kıldırmıştır. Rasûlüllah
(s.a.s)'in zevceleri de namaza iştirak etmişlerdi (Üsdül-Ğâbe,
aynı yer).
Sa'd (r.a), vefat edeceğini anladığı zaman yünden mamül
cübbesini getirtmiş ve ölünce onunla kefenlenmesini vasiyet
etmişti. Bunun sebebi olarak, Bedir gününde müşriklerle
karşılaştığı zaman onu giymekte olduğunu ve bundan dolayı bu
cübbesini çok sevdiğini söylemiştir (Üsdül-Ğâbe, aynı' yer).
İbnül Esir'in kaydettiği, Sa'd (r.a)'ın oğlu Âmir'den nakledilen
rivayete göre Sa'd (r.a) Muhacirlerden en son vefat eden
kimsedir (Üsdül-Ğâbe, aynı yer).
Sa'd (r.a), Ashabın seçkinlerinden biri olup sağlığında Cennetle
müjdelenen on kişi arasındadır. Yine tarihe şûrâ olayı olarak
geçen ve Hz. Osman (r.a)'ın halife seçilmesini gerçekleştiren
Hz. Ömer (r.a)'ın oluşturduğu altı kişilik şûrânın içinde
bulunmaktaydı. O, ilk iman eden bir kaç kişiden biri olarak
Mekke döneminin sıkıntılarına Rasûlüllah (s.a.s)'in yanından
ayrılmayarak göğüs germişti. Kıyamete kadar devam edecek olan
cihad hareketi için, müslümanları taciz eden kâfirlere
saldırarak ilk kanı akıtan odur. Yine Medine döneminin
başlarında kâfirlere karşı ilk oku atan kimse olma şerefi de ona
aittir. Sa'd (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in bütün gazalarına,
katılmış, Bedir'de büyük yararlılıklar göstermiştir. Allah
yolunda, İslâm dışı nizamları yok etmek için canını feda etmeye
her zaman hazır olduğunu pratik bir şekilde ortaya koymuştur.
Uhud gününde müslümanlar dağıldığı zaman Rasûlüllah (s.a.s)'i
canlarını feda etme pahasına sonuna kadar korumaya çalışan bir
kaç kişiden biri de odur. O, müşriklerin Rasûlüllah (s.a.s)'i
öldürmek için yaptıkları hamleleri, attığı oklarla sonuçsuz
bırakmıştı. İşte Rasûlüllah (s.a.s) bu kritik anda onun
gösterdiği sebat ve yararlılıktan dolayı onu başka hiç bir
kimseyi övmediği bir şekilde "Ânam babam sana feda olsun, At"
(Müslim, Fezailu's-Sahabe, 5) diyerek övmüş ve bunu defalarca
tekrarlamıştı. Ve yine onun için dua ederek şöyle demişti:
"Allahım! Sa'd dua ettiği zaman onun duasını kabul et ". Bu dua
çerçevesinde Sa'd (r.a)'ın yaptığı bütün dualar
gerçekleşmekteydi (Üsdül-Ğâbe, II, 366-369; İbn Sa'd, III,139
vd.).
Sa'd (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'i korumak ve ona gelebilecek
zararları engellemek için sürekli gayret içerisinde
bulunmaktaydı. Aişe (r.an) şöyle anlatmaktadır: "Rasûlüllah
(s.a.s) Medine'ye gelişinde bir gece uyuyamadı ve; "Keşke
ashabımdan Salih bir zat bu gece beni korusa"dedi. Biz bu
durumda iken dışarıdan bir silah hışırtısı duyduk. Rasûlüllah
(s.a.s); "Kim o?" dedi. Gelen zat; "Sa'd b. Ebi Vakkas'ım"
karşılığını verdi. Rasûlüllah (s.a.s), ona; "Neden buraya
geldin?" diye sorduğunda Sa'd, şöyle cevap verdi: "İçime
Rasûlüllah (s.a.s) hakkında bir korku düştü de onu korumak için
geldim". Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) ona dua etti ve sonra
da uyudu" (Müslim, Fedâilu's-Sahabe, 5). İşte Rasûlüllah
(s.a.s)'in kendisi için duyduğu endişeyi Allah Teâlâ bu seçkin
insanın kalbine ilham etmiş ve onu Rasûlünü korumak için
harekete geçirmişti. Buradan, Sa'd (r.a)'in, İslâm davasını
yüceltmek ve düşman güçlerin ona karşı komplolarını engellemek
için o kadar büyük bir özveriyle çatıştığı açıkça
anlaşılmaktadır. Onun Rasûlüllah (s.a.s)'e karşı duyduğu
sevginin sınırsızlığı, Uhud'da olduğu gibi daha sonraları da onu
kendi nefsini feda ederek korumaya sevketmiştir.
Sa'd (r.a), hakkında âyet nazil olan sahabilerden biri olma
şerefine de sahiptir. O, "Benim hakkımda dört âyet nazil
olmuştur" (Müslim, Fedailu's-Sahabe, 5) demektedir. Bu
âyetlerden bir tanesi, Mekkeli müşriklerin Rasûlüllah
(s.a.s)'den yanındaki, ona iman etmiş güçsüz kimseleri kovmasını
istemeleri üzerine nazil olan, Allah rızasını dileyerek akşam
sabah ona dua eden kimseleri kovma" ayetidir (el-Enam, 6/52;
Müslim, Fedailu's-Sahabe, 5; diğer âyetler şunlardır: el-Enfal,
8/1; Lokman, 31/15; el-Maide, 5/9).
Sa'd (r.a), devrin putperest-müşrik süper güçlerinden biri olan
İran İmparatorluğunu çökerten ve böylece İslâmın kitlelere
tebliği önündeki büyük engellerden birisini ortadan kaldıran
İslâm tarihinin en önemli savaşlarından biri olan Kadisiye
savaşının komutanıydı. O, kendisine verilen görevi hakkıyla
yerine getirip, Kisranın saraylarını ve hazinelerini ele
geçirmiş ve yapılacak fetih hareketlerine yeni bir boyut
kazandırmıştı. Böyle güçlü bir askerî yeteneğe ve siyasî güce
sahip olmasına rağmen; bu, onun sade ve zahidâne yaşayışına hiç
bir tesirde bulunamamıştı. Her zaman, ümmetin gerçek
temsilcileri olan idarecilerin verdiği görevleri hakkıyla yerine
getirmeye çalışmış, bu görevlerden azledildiği zaman kalbinde
hiç bir eziklik ve kırgınlık hissetmeden köşesine çekilmiştir.
Şunu söylemek mümkündür ki; Sa'd (r.a), İslâm binasının sağlam
temeller üzerine oturtulmasındaki temel taşlardan birisidir.
Sa'd (r.a)'dan çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Ondan, İbn
Ömer, İbn Abbas, Cabir b. Semure, Sâib b. Yezid, Aişe (r.a),
Said İbn Müseyyeb, Ebu Osman en-Nehdî, İbrahim b. Abdurrahman b.
Avf, Kays b. Ebi Hazm ve diğerleri hadis rivayet etmişlerdir.
Ayrıca, Amir, Mus'ab, Muhammed, İbrahim ve Aişe'de babaları olan
Sa'd (r.a)'dan hadis rivayetinde bulunmuşlardır (Üsdül-Ğâbe, II,
369). O hadis rivayeti konusunda çok itimat edilenlerden
birisidir. Rasûlüllah (s.a.s)'e atfedilen hadisler hakkında çok
titiz ve hassas davranan Hz. Ömer (r.a)'ın oğluna söylediği;
"Oğlum, şa'd, Rasûlûllah'dan bir rivayette bulundu mu, artık o
meseleyi bir başkasına sorma" sözü onun bu konudaki
güvenilirliğini açıkça ortaya koymaktadır (Asrı Saadet, I,
437-438). Sa'd (r.a), orta boylu, güçlü, büyük kafalı, sert elli
bir vücud yapısına sahip olup, sempatik bir kişiliği vardı (Asrı
Saadet, I, 440; farklı bir rivayet için bk. Üsdü'l-Ğâbe, II,
368).