Eylül
ayı
gelince
köy
okulu da
tamamlanmıştı.
Herkes
çocuklarının
elinden
tutup
okula
götürüyor
kaydını
yapıyordu.
Okulu
yapan
ustalardan
biri de
ortanca
ablamın
eşi Avni
beydi.
O beni
okula
kaydetti.
(Allah
rahmet
eylsin).
İlk
öĝretmenimiz
İstanbullu
kısa
boylu
şişman
biriydi.
Yüzünde
hiç
merhamet
yoktu.
Bize
hiçbir
defa
gülümsemedi,
hep
kızgın
bakışları
ile bizi
ezmeye
çalışıyordu.
Sanki o
okulda
öĝretmen
öĝrenciler
deĝilde,
özel
hareket
komutanı
ve biz
de bir
gurup
terörist
idik.
Bize en
aĝır
küfürler
ediyordu.
Yerine
göre
türk
olduĝumuzu
söylerken,
kızdıĝında
da
namussuz
şerefsiz
adi
kürtler
deyip
dayak
atıyordu.
Bir
kelime
kürdçeye
tahammülü
yoktu.
Bazen
kürdçe
de
aslında
türkçedir,
kürdler
daĝ
türkleridir.
Kışın
daĝdan
şehre
alişverişe
geldiklerinde
kar
üzerinde
yürür
ayaklarından
kart-kurt
sesleri
geliyordu.
Bu
yüzden
şehirliler
dagdakilere
kart-kurt
türkleri
diyordu.
Bu
zamanla
kart-kurt
oldu
sonra da
kürt
oldu.
Yani
kürtler
türktü,
kürdçe
de
türkçenin
bozuk
bir
şivesi
idi. Ama
kızınca
da "kürdlere
vahşi
yabani
ayrı bir
millet"
olduĝunu
söylerdi.
Çocuk ta
olsak bu
çelişkiyi
anlıyorduk.
Bir
taraftan
da
öğretmen
bir
büyüğümüzdü,
babamızdı
bir
yerde,
bize hiç
yalan
söylermiydi?
Öyle
düşünüyor
ve öyle
inanıyorduk.
Her
sabah
okulda
türküm,
doğruyum,
çalışkanım..
andını
okutuyor
biz de
bir an
önce
damarlarımızda
mevcut
olan o
asil
türk
kana
layık
olmak
için
gece
gündüz
esas
dilimiz!
türkçeyi
öğrenmeye
çalışıyorduk.
Doğrusu
öğretmen
ne
diyorsa
ona
inanıyorduk.
Bir gün
bir
dışarda
sıra
olmuştuk,
sanırım
beden
eĝitimi
dersiydi,
sıra
olup
yürüyecektik,
arkadaşlarımdan
biri
beni
iteledi
bende
(Kürdçe)
iteleme
dedim.
Öĝretmen
bunu
duydu
beni
çaĝırdı.
Bana eşek
oĝlu
eşek kaç
kez
dedim
kürdçe
konuşmayın
dedim
deyip
bana
öyle bir
tokat
attıki
ben 3-4
metre
gerisin
geriye
giderek
yere
düşmüştüm.
O an
öĝretmene
olan
sevgim
saygım
bitti ve
ögretmenlerden
nefret
ettim.
Aradan
onlarca
yıl
geçti
hiçbir
öĝretmene
kanım
ısınmadı.
Diyebilirimki
yeĝenim
Yüksel
hariç
hiçbir
öĝretmeni
nefret
etmesem
de
sevemedim
Neyseki
iki ay
gibi
kaldı
defolup
gitti,
peşinden
bizden
sadece
küfür ve
beddua
bıraktı.
Onun
yerine
namazlı
niyazlı
ve aslen
Muşlu
bir
öğretmen
gelmişti
köyümüze.
Müslümandı
müslüman
olmasına
ama, laf
kürdçeden
açılınca
bölücülük
olduğunu,
kim ben
kürdüm
dese
ırkçılık
yaptıĝını,
her kim
ırkçılık
yaparsa
Peygamberimizin
Ümmetinden
olamayacağını
anlatıyordu.
Kürdçe
konuşmaya
gelince
onun da
diĝer
öĝretmenden
farkı
yoktu.
Bir gün
sınıfta
otururken
arka
sırada
oturan
bir
arkadaşım
silgimi
aldı.
Ondan
silgimi
geri
istedim
ama
kürdçe
dedim.
Öĝretmen
duydu
beni
tahtaya
çaĝırdı
ve yaş
bir
sopayla
elime
vurdu.
Sol
elimin
içi
adeta
yandı,
duman
çıktı.
Yıl 1969
idi
ve ben
elimdeki
o izi
hala
taşıyorum.
İlkokula
başlarken
öĝretmen
bir
arkadaşımızı
sınıf
başkanı
seçti.
Aradan
3-4 ay
geçti,
okula
Muştan
bir
müfettiş
geldi.
Bizden
sorular
sordu.
Bütün
sorularına
el
kaldırıp
doĝru
cevap
verdim.
Ertesi
gün
müfettişin
nezaretinde
öğretmenimiz
koluma
beyaz
bir
kolluk
taktı.
Yazısını
okuyamamıştım.
Çünkü
beyaz
bir bez
parçasına
S.B.
yazılmıştı.
Beni
tahtaya
çağırdı
ve
dediki;
"Sevgili
çocuklar;
sayın
müfettişimiz
Nureddin
arkadaşınızı
size
sınıf
başkanı
seçmiştir.
Çünkü o
derslerine
çok iyi
çalışıyor
hem de
kısa
zaman da
türkçeyi
öğrendi.
Ben de
sahiden
türkçeyi
iyice
öğrendiğimi
zannediyordum.
Halbuki
şimdi
bakıyorum
ki daha
türkçe
öğrenememişim.;)
Beş yıl
boyunca
hem
sınıf
başkanıydım
hem de
pekiyi
derece
ile
karnemi
alıyordum.
5.
Sınıfta
80
kişiden
14 kişi
mezun
olduk.
Ben
pekiyi,
Haydar
ve
Abduhadi
iyi,
diĝer 11
kişi de
orta
dereceyle
diplomamızı
aldık.
|