Bazı müslümanlarda ırkçılık dinden daha aĝır basıyor!

Ramazan Bayramı Şenliĝinde Türkiye’den Almanya’ya gelen Milli Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ekrem Kızıltaş, salonda yaptıĝı konuşmasında „eskiden Avrupa ülkeleri elbisemizden bile korkar, yer ve yurtlarını terkederlerdi“ demişti.

Ne ilginç dimi deĝerli okuyucular! Sayın Müdür bunları derken hergün sokakları temizlemekle karınlarını doyuran bir çok dinleyiciden ses seda çıkmadı. Biri çıkıpta “evet müdürüm ama şimdi biz Avrupa işçi elbiselerini giymekle şeref duyarız” demedi, diyemedi!..

Zamanımızda birçok insan ve hatta bir çok ulusun duçar olduĝu hastalıklardan biri de ırkçılıktır. Irkçılıĝı herkes kendine göre tarif etsede Peygamberi efendimizin bir tek tarifi vardır. Bu tarife göre şöyle diyebiliriz: “Irkçılık zülümde kavmine yardımcı olmak, onlara destek vermek, onun yanında olmaktır.” Bugün birçok insan bu şekilde davranıyor. Bunun yanında bir çoĝu da kavminin geçmişiyle övünüp duruyor, ırkının eski hali ve özellikleri (doĝru/yanlış), savaşları, hikayeleri, efsaneleri kendisi için bir avutma kaynaĝıdır.

Bu kavimlerden ben sadece ikisine temas etmek isterim, kürdler ve türkler. Kürdler genellikle Med İmparatorluĝu ve Selahaddinê Eyyubî ile övünürler. İşte Selahaddin şöyle yaptı, böyle yaptı, haçlı seferlerini geri gönderdi!.. Med İmparatorluĝunun sınırları İran körfezinden Karadeniz, Hazar Gölü ve Antalya’ya geliyordu v.s. Özellikle de sosyalist kürdlerin daha bir ince özelliĝi var! Onlar din iman dendimi hemen havaya kalkarlar, ama iş serhildanlara, yiĝitliĝe, yurtseverliĝe geldimi Selahaddinê Eyyubî, Şeyh Mahmud Berzenci, Şeyh Said, Mela Mustafa Barzani, Qazi Muhammed gibilerini öve öve bitiremezler, oysa adı geçen Zevati Kiram’ın hepsi birer dindar insanlardı. Yine aynı şekilde Kürd edebiyat ve kültüründe de böylece ikili oynarlar, edebiyatçılarımızın inançlarını hiç zikretmezler ama iş kültüre gelince Ehmedê Xanî dünyanın en büyük edebiyatçısı olur, ne tuhaf dimi deĝerli okuyucular!..

Türkler de öyle!.. Özellikle müslüman türklerin bir kısmı daha garibtir. Devri Saadet bir tarafa bırakılarak Osmanlıdan dem vururlar. 1426 yıldır geçen dönemden sadece Osmanlıyı örnek alırlar, ama tabiiki iyi taraflarını. Bir müslüman türk Yavuz Selim’den bahsederken onun Halifeliĝi zorla ele geçirip Memluku ortadan kaldırdıĝi zaman binlerce islam askerini nasıl kılıçtan geçirdiĝinden bahsetmez ama, fetih (işgal) dönemi hocasının atının ayaĝının altından sıçrayan çamurun paşanın kaptanına isabet ettiĝini ve Paşanın beni bununla defnedin dediĝini zikredip ilme olan saygınlıĝını dile getirirler.

Ne tuhaftır!.. Hz. Huseyni şehid eden katiller, yakında bir köyde geceliyorlar, sabah camiye namaza giderken biri imama soruyor:
– Hocam elbiselerimizde pire pisliĝi var, onunla namaz caiz mi?
İmam ters ters bakar;
– Brey zalim dün Peygamberin torununu kılıçtan geçirdiniz, O’nun kanı hala elbisenizde, kılıçlarınızda daha kurumadı, neden ondan sormuyorsunuz?

İşte dedik hastalık, kendi menfaatına uygun olan söylenir, medhiyeler dizilir, ama hesaba gelmedi mi, kimse bir şey anlatmaz.

Ramazan Bayramından bir hafta sonra Bayram şenliĝi adı altında bir program düzenlenmiş. Almanya’nın Dortmund kentinde ve Beyaz Saray düĝün salonunda. Programı düzenliyen Milli Görüş Teşkilatı. Gerisini şenliĝe giden adını vermek istemediĝimiz bir kardeşimizden dinliyelim.

O gün ailece biz de ordaydık. Ben sadece bir şenlik olur diye iki küçük çocuĝum ve hanımımla gitmiştim. Programı istiklal marşıyla açtılar, hem de rahat-hazırol komutlarıyla!.. Daha sonra kahramanlık marşları, yiĝitlik türküleri, Erbakan’ın banttan mesajı okunduktan sonra, kürsüye Milli Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ekrem Kızıltaş geldi. Ekrem bey türk islam kardeşliĝinden, birlik ve beraberliĝinden bahisle AKP hükumetine de bir kaç taş fırlatmıştı. Felluce, Kudus kardeşlerimiz bir kez daha hatırlatıldı, Akp işbirlikçi telakki edildi, ama İsrail-Türkiye askeri antlaşmasından hiç bahsetmedi, çünkü bu antlaşmayı bizzat Mücahid Erbakan! imzalamıştı.

Daha sonra Osmanlıdan övünerek bahseden ve tarihi kahramanlıklarını anlatan Kızıltaş şöyle bir hikaye anlattı.

Osmanlı döneminde Rein Nehrinin güneyindeki Fransız çiftçiler her yıl mahsullarını nehrin Kuzeyindeki almanlara kaptırıyorlarmış. Fransızlar çalışıyor, çabalıyor ama mahsul zamanı alman çiftçiler nehri geçip zorla hepsini talan ediyorlarmış. Alman hükumeti sessiz, Fransız hükumeti ise çaresizdi. Fransızlar konuyu Osmanlı padişahına getirmişler. Padişah askeri yönden uzak olduklarını buna müdahale edemiyeceklerini ancak yüzlerce Osmanlı askerinin elbiselerini alıp mahsul zamanı giymelerini tavsiye etmiş. Elbiseler alınmış, mahsul zamanı giyilmiş, ama bu yıl almanlardan hiç bir ses seda çıkmamış. Fransızlar merak etmişler, acaba neden böyle oldu. Bu sefer fransız çiftciler nehrin kuzeyine gitmişlerki civardaki bütün köylüler göçetmişlermiş!.. Merak edip sormuşlar çevreden “meĝer almanlar Osmanlı elbislerini görünce memleketlerini terketmişler, osmanlı buraya kadar geldi diye, ellerine neyi alabilmişlerse yüzlerce km daha kuzeye çekilmişler!..
Eh bu kadarına da pes doĝrusu!..

Almanya’nın sokaklarını temizlemekle geçimlerini saĝlamaya çalışan bir çok insanın orada dinlediĝini unutmuşa benzer müdür galiba. Yoksa bu yalanı söylerken biraz yüzü kızarırdı. Oysa müdür kendini hala uydurduĝu hikaye döneminde olduĝunu sanıyordu, ya orada oturanlar! Onlar da müdürün sohbeti bitsede evlerimize gitsek, yarın Pazartesi ve sokaklardaki çöpler bizi bekliyor diye düşünmekten kendilerini alıkoyamamışlardır sanıyorum.

Evet kardeşimizin sözü burda bitti, ancak biz hadis diye geçen bir sözle yazımıza son verelim. “Öyle bir zaman gelecekki zamanın kavimleri geçmiş atalarıyla övünürler, dikkat edin onlar cehennem kömürüdürler:”

Saygılarımızla
05.12.2004

M.Nureddin Yekta

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir